Güngör Gökdağ
Temel Eksiğimiz Örnek Şahsiyetlerimiz
Günümüz Müslümanlarının İslam'ı anlama ve özümseme yönünde bazı sorunları var.
Savunulan dini değerleri, yaşama ve hayatında tatbik etme bu sorunların en başında geliyor.
Tabiatıyla yaşamadan savunulan dini değerler, zamanla bir ideolojiye dönüşüyor. Hayat nizamı olması gereken dinimiz de, ideolojik bir boyut kazanmış oluyor.
Bir anlamda, yaşanması gereken İslam'ın kendisi, ideolojik İslamcılığa tercih ediliyor.
Anlatılan ile yaşanılan, söylenilen ile tatbik edilenler arasındaki farklılıklar, örnek Müslüman ve rol model olma yolunda ki zorlukları ve arızayı da hemen gün yüzüne çıkarıveriyor.
Bugün ülkemizde 100 bin imam, 40 bin Kuran Kursu hocası, 3 bin vaiz, bin 250 müftü, belgeli 150 bin hâfız, binlerce İlahiyat akademisyeni, mezun olmuş ilahiyatçı ve İmam Hatipliler var.
Bunun yanısıra binlerce dini vakıf, dernek, cemaat, tarikat ve STK'larımız, medrese, dini düşünce ve yardım kuruluşlarımız da var. Ayrıca bu kuruluşlarda yer alan gönüllüler, hocalar, talebeler, şeyhler ve müritler, onların yakın çevresi, hısım ve akrabaları da var.
Fakat tüm bunlara rağmen doğru din anlayışına bir türlü geçemiyor, camileri yeterince dolduramıyoruz.
Sabah namazlarında camilerin neredeyse boş olduğunu ama dışarıda ki İslamcı sayısının ise hayli fazla olduğunu görüyoruz.
İslam'ın muamelatını, hukukunu, insan haklarını, hayvan haklarını ve sosyal haklarının yeterince anlatılamadığını görüyoruz.
Vatan sevgisinin, insan sevgisinin, hayvan sevgisinin, ümmet düşüncesinin, birlik ve beraberliğin öneminin yeterince aşılanamadığını görüyoruz.
Pekala, öyleyse ne tarafa doğru evriliyoruz?
Şeyhlerin uçurulduğu, menkıbe ve rüya tabirlerinin benimsendiği, ilim ve irfansızların sesinin gür çıktığı, okunmuş suların içildiği farklı bir din anlayışına doğru hızla yol alındığını görüyoruz.
İslam'ı tevhid inancı içinde bütüncül olarak değerlendiremeyenlerin, hadis ve sünnetlere saldıranların, Kuran'ı herkes anlayabilir diyerek peygamber efendimizi devre dışı bırakmaya çalışanların, deizm ve akılcılık gibi şaz fırkaların, dini hurafelerden temizleyeceğiz diye yolan çıkanların, giderek daha büyük hurafelere dönüştüğünü görüyoruz.
Hazreti Nuh'un ve hazreti İbrahim'in çevresindeki sayısal azlığın hikmetini sorgulayamayan ama ısrarla güç, sayı ve kalabalık peşinde koşanları görüyoruz.
Birçok cemiyetin eğitim ve barınmada devletle yarışacak bir potansiyele ulaştığını, ancak bu gücünü, toplum sorunlarını çözme ve güzel ahlakı yerleştirmeye değil de, kamunun içine sirayet ederek, devlet içinde güç devşirmeye harcadığını görüyoruz.
Yaratılmışların en şereflisi olan insana, "Ne olursan ol yine gel" diyen, her durumda kucak açan Mevlana felsefesinin benimsenmediğini, aksine itaat etmeyenin afaroz edildiği, farklı düşünenin ötelendiği, kin ve ayrıştırmaya dayalı bir din anlayışının revaçta olduğunu görüyoruz.
Geçmişte camilerimizin altında yapılan aşevleri ile açlar doyurulurken, günümüzde bizden olmayana, bizim gibi düşünmeyene su bile verilmediğini görüyoruz.
Dini dar anlayışın gün geçtikçe ne derece sığlaştığını, bilgi ile amel edilmediğini ve bil cümle şeklen Müslümanlaşıldığını görüyoruz.
Müslümanlığı, inanma, elif-ba ile Karabaş tecvitini öğrenme, namaz, oruç ve hac gibi belirli ritüelleri yerine getirme dini olarak algılayanların, davranışlarında ki tutarsızlıkla, dinin inanç yapısını dahi sorgulatır hale getirdiklerini görüyoruz.
İmanın, teslimiyet olduğunun idrak edildiğini ancak içselleştirilemediğini görüyoruz.
Namuslu, ahlaklı, faziletli ve dürüst olmanın, yasalara bağlı kalmanın, vatana, millete ve insanlığa hizmet etmenin ibadet niteliğinde bir davranış olduğunu hepimiz bilmiyoruz.
Şayet bilmiş olsaydık cami, kuran kursu ve dindar sayısı arttıkça, bizim imanımız ve teslimiyetimizde azalma değil, artma olacağını da bilirdik.
Oysa artmadığını toplumda sebil gibi içki tüketilmesinden, 80 milyon nüfusun olduğu bir ülkede 35 milyon Milli Piyango bileti satışından, milyonlarca liralık at yarışı, toto, loto oynanmasından, neredeyse herkesin faizli kredi kartı kullanmasından, gün aşırı kadın cinayetlerinin işlenmesinden, kadına, çocuğa ve hayvana yapılan şiddetin devam etmesinden, boşanma oranlarının evlilik oranlarını geçmesinden ve hâlâ daha kayırma, iltimas ve torpilden söz ediliyor olmasından anlayabiliyoruz.
Öte yandan ateşe dayanıklı kefen üretenlerin, üşüyen çocuklara elbise üretememesinden, her namaz vaktinde dünyanın farklı bir ülkesine gittiği iddia edilen uçucu şeyhlerin, kan ağlayan İslam coğrafyalarına bir türlü gidememesinden, kalabalığı ve oy gücü ile övünen cemiyet ve STK'ların da, terörden mütevellid akan gözyaşının dinmesi adına hiçbir girişimde bulunmamasından, toplumsal sorunlarda ittifakla pandomim yapılması, lâl olunması, sükut edilmesinden birşeylerin yanlış gittiğini her durumda farkediyoruz.
Yüce Rabbimiz tarafından din, insanı korumak, dünya ve ahiret saadetine katkı yapmak için gönderilmişken, halihazırda dinin, insanlar tarafından evveliyatta korunduğunu görüyoruz. Oysa dinin, insanı korumak için gönderildiğini anlamamazlıktan geliyoruz.
Hülasa olarak Müslümanlık bir süreç ve teslim olmaktır.
Müslüman, durumu, ahvâli her ne olursa olsun yalan söyleyemez, riyâkâr olamaz. Ahlaklı olma zorunluluğu vardır. Kul hakkı yiyemez, hırsızlık yapamaz, küfür edemez, kırmızı ışıktan bile geçemez.
Durum böyle iken bir kısım Müslümanlar'ın, İslamiyetin ideolojik boyutuna sığınarak, sloganik bazı söylemlerin ardına düşmeleri, kendilerini ideolojik İslamcı olarak nitelendirmeleri, İslam'ı hakkıyla yaşamak gibi bir dert edinmeyişleri sorunlu bir din anlayışına yol açar.
Zira sorumluluktan kaçan, İslam'ı yaşamakta zorlanan, hatta düzenli namaz bile kılmayan, ancak kendini İslamcı olarak tanımlayan bir model, şimdilerde oldukça muteberdir.
Yaşadığı dönem içerisinde tarihin akışını değiştiren, çağ açıp çağ kapatan, adaleti, bilgisi ve insanlığa hizmetiyle tarih sayfalarında kendine yer bulan, yeryüzünde ki farklı inançlara sahip milletlerin dahi takdir ettiği örnek Müslüman şahsiyetlere günümüzde gerçekten ihtiyaç var.
Her kesimden insanın kendine örnek alabileceği, davranışı ve yaşantısından etkileneceği, mucizelere sahip olmayan ama sıradan ve bizden biri olan, konuştuğunda kalplere nakşeden, ahireti hatırlatan, dünyevi hasletleri, makam, mevki, para, pul, güç, iktidar gibi gizli ajandası olmayan, özü sözü bir olan, samimi, ahlaklı, ihlaslı ve prensipli şahsiyetlere şimdilerde çok ihtiyaç var.
Çünkü inandıklarımız ve savunduklarımızla, yaşantımız arasında ki farklılıklar örnekliğimiz ve modelliğimize gölge düşürüyor.