Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Tren İstasyonunda Bir Şâir
El-Muazzama Tren İstasyonunda Bir Şâir
Canlıların hayatında olduğu gibi toplumların da eceli vardır. Kuranda her toplum için bir ecel vardır buyrulur. (Yunus 10/49). En uzun süren imparatorluklar arasında yer alan Osmanlı da bu eceli yaşamıştır. Elbette yıkılış sebepleri değişik açılardan tartışılabilir. Makalemizin konusu bu değil.
Yıl, 1915..
Bu tarihten yaklaşık bir buçuk sene önce Balkanları kaybetmişiz. Koskoca imparatorluk, Yemenden Balkanlara, Iraktan Galiçyaya kaynıyor. Büyük güçler Osmanlıyı parçalama sevdasına düşmüşler. Bu amaçla yedi düvele mensup ordular Çanakkale önlerine gelmiş, demirden zırhlarını bir duvar gibi örmüş, modern silahlarıyla ateş kusuyorlar. Çanakkalede Müslüman-Türkün ateşle imtihanı sürüyor. Türk ordusu Allaha olan imanıyla akılalmaz derecede direniş gösteriyor.
Bir tarafta şâir-i meçhûlün, giden gelmiyor, acep ne iştir dediği Yemende Zeydi imamların vur-kaç taktiklerine karşı, Anadolu evlâtları direniyor. Çünkü Anadolunun güvenliği Yemenden başlar. Yemen dramı, ayrı bir sayfa tarihimizde.
Hicaz..
Osmanlının 1514den 1918e kadar, 414 yıl yönettiği bir coğrafyanın adı. Yıllarca İstanbulda beslenen Şerif Hüseyin-İngilizlerle işbirliği halinde. Bazı Arap kabileleri para, makam karşılığında kışkırtılarak Osmanlı yönetimine karşı isyanlar ateşlenmek üzere. İşte böyle bir atmosfer içerisinde şâir Mehmet Âkif Ersoy başkanlığında bir heyet Hicaza, Necid ve Yemene kadar gidecekleri uzun bir yolculuğa çıkıyorlar. Amaç, bölge insanlarına güven vermek, emperyalizmin oyununa gelmemeleri konusunda onları uyarmak. Bu bölgede olup bitenleri payitahta rapor etmek vb. gibi özel görevler.
Sultan II. Abdülhamid Han İstanbuldan Medineye kadar raylar döşeterek demiryolu yapmış. Yemene kadar uzatmak istiyor, ama başarılı olunamıyor. Demiryolu ağı, Şam, Bağdat, Medine üçgeninde uzayıp gidiyor. Mehmet Âkif ve arkadaşları İstanbuldan Medineye giden trene biniyorlar. Şam-ı Şerîfi geçip Tihame çölünde bulunan el-Muazzama tren istasyonunda duruyorlar. Burası, M. Âkifin Necid Çöllerinden Medineye şiirinde üç ay Tehâme deyip çiğnedim beyâbânı dediği yakıcı çöl ortası..
18. Mart.1915.
el-Muazzama tren istasyonu. Dışarıda kavurucu sıcakla birlikte kum fırtınası var. el-Muazzama, Medine tren istasyonundan bir önceki istasyondur. Tren mola verir. Bu istasyonda inen Mehmet Âkif ve arkadaşları sadece İstanbul, Şam ve Medine ile görüşme imkanı olan telefon kulübesine koşarlar. Akılları fikirleri Çanakkale savaşında. Epey bir uğraşıdan sonra İstanbulla bağlantı kurulur. Karşıda Enver Paşanın gür sesi: Müjde! Müjde! Kahraman Mehmetçiklerimiz Çanakkalenin geçilmez olduğunu yedi düvele gösterdi. Başta Mehmet Âkif ve arkadaşları büyük bir sevinç çığlıklarına karışmış, tekbir ve gözyaşlarıyla kızgın kumların üzerinde şükür secdesine kapanırlar. Çoktan beri, zafer kavramına hasret kalmıştı Anadolu insanı. Çanakkale zaferi, Kurtuluş savaşımızın bir mukaddimesiydi. Küffâr, Çanakkaleyi geçemediğine göre, Anadolu hiç geçilemezdi. Hiç kimse durduramazdı artık Türk milletini. Çünkü o Çanakkalede henüz bıyığı bile çıkmamış, onbeşliler, liseliler, tıbbiyeliler, harbiyeliler ve muallimler cihad ederek şehadet şerbetini içmişti. Büyük bir entelektüel kitleydi bunlar. Osmanlı hinterlandına bağlı bölgelerden mücahitler vardı bu şehitler arasında. Kafkaslardan, Balkanlardan, Anadoludan, Afrikadan, Hintten vb.
el-Muazzama tren istasyonu dile gelse de bir konuşsa, nelere şâhit olmuştu Ya Rabbi! Medine sevdalıları buraya geldiğinde Peygamber kokusunu duyar duymaz heyecana kapılırdı. İstanbul Haydarpaşadan kalkan tren, Hicaz ahâlisine karşılıksız dağıtılmak üzere katar katar yiyecek, giyecek gibi ihtiyaç maddeleri taşırdı Medineye, sevk edilmek için Mekkeye.. Osmanlının yiğit evlatları, Medine tren istasyonunun bulunduğu Anbariyede-ki bugün mahallenin adıdır- depolanan şeker, un çuvallarını sırtlandıkları gibi kapı kapı ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Peygamberimizin soyundandır diye Mehmetçik, ahâliyi işçi ve hizmetli olarak asla kullanmamıştır. Gerçekten Hâdimul-Harameyn olmuştur Türk milleti yüzyıllar boyunca. Medinede evinde Osmanlı âşığı allâme Muhammed Avvâmeyi ziyaret ettiğimizde, İslam âleminin başına gelen felâketler, Osmanlıya yaptıkları ihanetlerden dolayıdır, diyor ve gözleri buğulanıyordu.
el-Muazzama tren istasyonu..
Mehmet Âkif, çok dolu, âdeta şiire hâmile. İstasyon binâsından biraz uzaklaşmış, bir kum tepeciğinin ardında ağlıyor ve önündeki çöl kumları yağmur yağmış gibi ıslak. Bir elinde kâğıt, bir elinde kalem. Yönünü Medineye Ravzâ-i Mutahharaya çevirmiş, Efendimize müjde verir gibi, göz yaşları içerisinde Çanakkale Destanını yazmaya başlamıştı. O, aslında Boğaz Harbi şiirinde, sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber derken, manen Resûl-i Ekremi görür gibiydi. Evet, Çanakkale ya da Boğaz harbi şiiri İstanbulda değil, Hicazda el-Muazzama tren istasyonunda yazılmıştı.
Şehâdet ve şehîtliğin ne anlama geldiğini genç nesillerimize kavratmak için gelin Boğaz Harbi şiirini bir defa daha okuyalım. Bugün bu şiiri okumaya ve muhtevasını kavramaya çok ihtiyacımız var. Çanakkalede destanlar yazdıran kahramanlarımızın güç ve destek aldıkları maneviyat kaynağını bir kere daha hatırlayalım. O rûha, o irfâna ve o maneviyata yeniden şuurlu bir şekilde sahip çıkalım.
Rûhunuz şâd olsun ölümsüz şehîtler, Cennet kuşları.
Senin de rûhun şâd olsun nur sakallı Âkifimiz. Dünya durdukça yaşayacağına imanımız tamdır.
Şehâdet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara!..