Türkiye'nin Suriye politikası değişti mi?
“Suriye aynı Suriye iken Türkiye’nin bu ülkeye karşı tavrı neden 180 derece değişti” eleştirilerine yanıt...
Sedat Laçiner/ Star
Eksenimiz yine mi kaydı (!)
Geçen yıl Batı medyası ve Türkiye’deki bazı çevreler Türkiye’nin ekseninin kaydığını, Batı yerine Doğu’yu tercih ettiğini iddia ediyordu, Türkiye hızla Batı’dan kopuyor ve İslamcı-Osmanlıcı bir devlet haline geliyordu. İddia sahiplerinin tezlerine en büyük kanıtları ise İsrail ile bozulan, diğer taraftan Suriye ile ‘mükemmel’ görünen ilişkilerdi. Oysa Türkiye, başta Suriye, Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini hiçbir zaman dini dayanışma veya Osmanlıcılık üzerine kurmuş değildi. Elbette ortak geçmiş ve kültür işbirliğini kolaylaştırıyordu, ancak Ankara Doğu ile ilişkilerini daha çok ekonomik ve toplumsal işbirliği üzerine kurmuştu. Bu anlayışın kültürel-siyasi ilkelerini ise dini temeller değil demokrasi ve diğer evrensel değerler oluşturuyordu. Türkiye Arap Baharı denen isyanlara kadar Ortadoğu ülkelerinin içişlerine de karışmadı ve bu ülkeleri açıktan tenkit etmedi, ancak kapalı kapılar ardında her türlü uyarı yapıldı. Yemen, Suriye, Ürdün ve Kuveyt’te en üst düzeyde yapılan demokrasi uyarılarına bizzat şahit oldum. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu halkın iradesinin rejimlere daha çok katılması gerektiğini, sorunların sözlerle geçiştirilmesinin sorunları gidermediğini, aksine daha büyük patlamaları getirdiğini bizzat Türkiye’den örneklerle anlattılar. Türk demokratikleşmesi her görüşmede bu ülke liderlerine örnek gösterildi. Bu ülkelerin başında ise Suriye geliyordu.
***
Suriye, Türkiye’nin uzattığı eli iyi kullanamadı. Öyle ki ekonomik ilişkilerde bile ideal düzeye gelinemedi. İşbirliğinin zirve noktasında dahi Türkiye-Suriye ticari ilişkilerinin boyutu Türkiye-İsrail ticaretinin gerisindeydi. Bunun en önemli nedeni Suriye tarafındaki diktatörlük rejiminin neden olduğu hantallık ve Baas Partisi’nin ileri gelenlerinin Türkiye’ye karşı duyduğu endişelerdi. Arap Baharı gelip, halklar dikta rejimlerine çok sert uyarılarda bulunmaya başladığında ise Türkiye tavrını demokrasiden ve halklardan yana koydu. Bu anlamda Türkiye’nin tavrında hiçbir tereddüt ve zikzak yoktur. Bu tutarlı ve hiçbir kırılma göstermeyen çizgiye rağmen Batı’da ve ülkemizde Türkiye’nin tavrı tutarsız dış politika veya değişken politika olarak yorumlandı. Hatta 1 yıl öncesine kadar Türkiye’yi eksen değiştirmekle suçlayan Batı dünyası dahi bugün Türkiye’yi yerlere göklere sığdıramıyor. Dünyanın en önemli dergilerinden Time’ın Başbakan Erdoğan’ı kapak yapması bu durumun örneklerinden yalnızca biri. ABD Dışişleri Bakanı Clinton ise Türkiye’nin Suriye üzerinde ABD’den çok daha etkili olduğunu söylüyor ve Türkiye’yi destekleyeceklerini ifade ediyor. Türkiye konusundaki şüpheci (eğer düşmanca değilse) tavırlarıyla bilinen Fransa bile Suriye konusunda Türkiye ile ortak hareket etmek zorunda kalıyor.
***
Kısacası Türkiye değil, dünya çok hızlı dönüyor. Bu bağlamda “Suriye aynı Suriye iken Türkiye’nin bu ülkeye karşı tavrı neden 180 derece değişti” eleştirisini getirenlerin dünyanın değiştiğini görmeleri gerekir. Bazen değişmemek de bir değişimdir. Tüm Ortadoğu Arap İsyanları ile kaynarken siz Suriye’de olduğu gibi 2011 öncesinde kalmakta direnirseniz bu aslında en büyük değişimdir, en büyük geriye gidiştir. Buna ek olarak, Türkiye’nin Arap Baharı öncesinde Suriye gibi rejimlerle işbirliği arayışı da doğru bir politikaydı. Bu politika sayesinde Türkiye hem ulusal çıkarlarını korudu, hem de diktatörlük rejimleri altındaki halkların ‘Türkiye açılımı’ sayesinde bir nebze de olsa rahatlamasını sağladı.
Özetle değişen Türkiye değil, Suriye ve Batı oldu. Geçmişte Türkiye’yi sert bir dille eleştiren Batı, bugün Ankara’yı alkışlıyor. Bundan dolayı bazı kişiler “Türkiye’nin ABD’nin taşeronu haline geldiği” yorumlarını da yapabiliyorlar. Cumhurbaşkanı Gül Londra yolunda bu iddialara çok net bir cevap verdi, “Biz, başkalarının teşviki ya da baskısıyla hareket etmeyiz. Bu kez baskı Suriye halkından geliyor. Dışarıdan gelen baskıya direniriz belki ama halktan gelen baskıya direnmek doğru değildir” dedi.
Yukarıdaki tabloya baktığımızda dış baskıyla hareket eden, zikzaklar çizen bir dış politikadan ziyade haddinden fazla tutarlı, hatta bazen gereğinden fazla ilkeli ve idealist bir duruş gözlüyoruz.