Zeki Oğuz
Üç güzel insan
Sanatla iç içe üç güzel insan
Ahırdan bozma bir atölyedeyim. Binlerce yıl öncesiyle anı aynı anda yaşıyorum. Mitoloji dünyasının o garip, esrarlı havasını soluyorum. Çok değil üç beş yıl önce ineklerin beslendiği bir ahır sanat üretim merkezi olmuş. Batmaların üzerinde aykırı yontular sıralanıyor.
Girişte sağda tezgahı var. Vazolar, gövdeler bu tezgahta biçimleniyor. Solda çamur karma makinesi. Günümüzde her şey ne kadar kolay. Geçmişte testi ustaları çamuru karabilmek için saatlerce yalınayak çiğnemek zorundaydılar. Bunun için ekip kurulurken güçlü, kuvvetli bir de çamurcu tutmak gerekiyordu.
Atölyenin tam ortasında uzun bir tezgah var. Panolar bu tezgahta biçimleniyor. Tezgahın altı bitmiş, fırınlanmış parçalarla dolu. Duvarlarda hiç boş yer yok nerdeyse. Her santime Alı Rıza Yeni’nin ruhu, yüreği sinmiş. Siyah-beyaz fotoğraflar, taş aynalar, antik dünyadan, mitolojiden söz açıldığını gözleri parlıyor ustanın. Usta sözünü seviyorum. Yapı ustası, testi ustası derken onun gerçek değerini verdiğimi düşünürüm. Üstat sözcüğünde bir nuranilik, ikiyüzlülük var gibime gelir. Usta sözü yerli yerine oturuyor Alı Rıza’da. Çamuru biçimlendirirken giydiği giyitler gibi. Onu takım elbiseyle de düşünemezsiniz. Eğreti, hemen çıkarıp atıverecekmiş gibi durur üzerinde.
Yalnızca çamura biçim vermekle yetinecek bir usta değil o. Bütün sanat olaylarına açık, ülkesinin, insanlarının sorunlarına duyarlı soran, tartışan, üreten bir aydın. Yaşlı bir çoban kadının portresini görünce nasıl irkildiğini, onda, Anadolu kadınının binlerce yıllık macerasını düşündüğünü gördüm. O kırış-kırış olmuş yüzü, yaşama sevinciyle bakan gözleri, kille yeniden çalışmak istiyordu.
Anka kuşunu duymuşsunuzdur. Her yangından sonra yeniden dirilir. Daha bir güçlü kanat çırpar gökyüzünde. Ali Rıza’da her yangından üçlenerek çıktı. Büyük kentlerde ya da bir başka ülkede olsa rahatça varsıllar safında yer alabilirdi. Ama o tercihini köklerinin olduğu yere yaptı. İyi de etti. Herkes kaçıp giderse bir şehir nasıl zenginleşir, nasıl değişir? Ali Rıza burada belki varsıl olmaz ama daha kalıcı olur, daha evrensel olur. Bu şehre, bu topluma borçlu olduğumuzu, burada bir şeyler üreterek, yaratarak borcumuzu ödeyebileceğimizi düşünürüm. Onunla konuştukça bir sanatçı arkadaşım da aynı duyarlılığı görmenin sevincini yaşıyorum.
Yukarıdaki yazıyı 2003 martında yazmıştım. O yıllar Ali Rıza henüz evlenmemişti. Kardeşi Murat öğrenciydi ve Konya’ya her gelişinde mutlaka yanıma uğrardı.
Ali Rıza evlendi. Şahidi bendim. Murat okulunu bitirdi. Şimdi o atölyede üç güzel insan sanatla iç içe. A. Rıza geçmişte kullanılan berber aynalarına yeniden can veriyor. Murat eski kapılara, dolaplara nakışlar yapıyor. Geçmişin güzel mesleklerinden biri olan nakkaşlığı yeniden hayata geçiriyor.
A. Rıza’nın eşi Evren ise yine geçmişin unutulan bir sanatını gün yüzüne çıkartıyor. Camaltı resim sanatı onun hünerli ellerinde diriliyor. Şahmaranlar odalarımızın en güzel köşesine asılıyor.
Selçuk Üniversitesi, Büyükşehir Belediyesi, Karatay Belediyesi, Büyük dağları biz yarattık diyenler, bu üç sanatçıdan haberiniz var mı?