Doç. Dr. Murat Kayacan
Ulusçuluk çıkmazı ve Kürtler
Ulusçuluk çıkmazı ve Kürtler
AK Parti hükümetinin demokratik açılımı bağlamında Kürt vatandaşların sorunlarına çözüm arayışı gündem oluşturmaya devam ediyor. Haliyle Kürt sorunun dününü ve bugününü bilmek bu konuda kafa yoran herkes için epeyce öneme sahip. Bu bağlamda Türkiye’de İslâmcılığın Kökleri ve Türkiye’de İslâmcılık ve Özeleştiri adlı kitaplarından tanıdığımız Haksöz Dergisi yazarı Hamza Türkmen’in Ekin Yayınları’ndan yeni çıkan Ulusçuluk Çıkmazı Kürtler ve Çözüm Arayışı adlı eseri konunun kavranması ve Müslümanca adalet arayışı açısından kayda değer. Kitapta Kürt sorununun Türkiye Cumhuriyeti’ndeki dünü ve bugünü üzerinde oldukça nitelikli ve detaylı değerlendirmelerde bulunulmuş. Ancak biz bu yazıda söz konusu eserden Osmanlı Devleti’nin sona ermesiyle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin filizlenmeye başladığı ve sahneye çıktığı ilk dönemde Kürtlerle ilişkilerine dair bölümlerden kesitler sunacağız.
Eserde belirtildiği üzere, 22 Ekim 1919 tarihli Amasya Tamimi’ndeki, Kürtlerle ilgili protokolün I. Maddesinde “Kürtlerin milli ve içtimai (toplumsal) haklarının tanınacağı” ifadesine yer verilmekte. Hatta İsmet İnönü Lozan görüşmelerinde Kürtlerin azınlık değil Türkler gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ana unsurları olduğunu söylemekte. İnönü’ye göre yeni kurulan hükümet hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir. Mustafa Kemal, Ankara Hükümetini oluştururken Kürt Teali Cemiyeti Diyarbakır Şubesi Başkanına şu ifadeleri içeren bir mektup da göndermiş: “Devletin tam bağımsızlığıyla bekası, saltanat ve hilafetin yok olmaktan korunması uğrunda katlanmaya hazır bulunduğunuz fedakarlık derecesine ve bana karşı olan sevgi ve itimadınıza emniyetim tamdır. Kürtler ve Türkler birbirlerinden koparılmayı kabul etmez öz kardeştirler.”
Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tesis edilmesinin ardından Kürtlerle ilişkiler açısından hava pek de uzun sayılmayacak bir süre içinde değişmektedir. Bakanlar Kurulu kararı ile hazırlanan 24 Eylül 1925 Şark Islahat Planı Kürtleri Türkleştirme veya türdeş vatandaş haline getirme gayretlerinin bir ürünü olarak görünmektedir: “Şarka mefkureli, muktedir Türk görevliler gönderilecek, ikinci derece memurluklara da Kürt memur atanmayacaktır.” Yine bu plana göre Türk olan fakat Kürtlüğün etkisinde kalan bölgeler ile Siirt, Mardin ve Savur gibi halkı Arapça konuşan bölgelerde Türk Ocakları ve okulları açılacaktı. Hamidiye Alayları ile beraber Ermenilere karşı yürütülen operasyonlarda Kürtlerin elde ettikleri Ermeni arazilerinin tamamına yakınına el konularak buralara Türk nüfus yerleştirilecekti.
10 Eylül 1930 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yer alan dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un cüretkar beyanına göre bu memlekette Türk olmayanların sahip olabileceği hak Türklere hizmetçi ve köle olma hakkı idi. Yine 1930’lu yılların Diyarbakır’ında çarşı ve caddelerde Türkçe konuşmayanları takip ve kontrol için jandarma görevlendiriliyordu.
Eserde 13 Şubat 1925’te gerçekleştirilen Şeyh Said kıyamına da değinilmekte ve Türk ulus devletinde, tebaada oluşturulmak istenen Türk ulus kimliği karşısında Müslümanların örgütsüz mahalli direnişleri yanında Kürt bölgelerinde İslâm’ın veya Şeriat’ın tasfiye edilmesine ve bir alt kimlik haline getirilmesine karşı çıkan Müslümanların direnişinin en büyüğü Şeyh Said kıyamı olduğu ifade edilmekte. Bu kıyam bastırılırken Yunanlılarla yapılan savaşta kaybedilen askerlerin iki katı insan öldürülmüş olmasının da üzerine düşünülmesi gerekir. Mete Tuncay’ın ifadesine göre ise, bu kıyamı bastırmak, Kurtuluş Savaşından daha maliyetli olmuştur.
Yazımızı bir soruyla sonlandıralım: Olumlu veya olumsuz olanlarıyla bu yaşanan olaylar ve yaklaşımlar Kürt sorunu konusunda günümüzde karşılaştırdıklarımızdan çok mu farklı?