M. Faik Özdengül
Umuda acıkmalı önce insan!
Mutluluk içinde bulunduğun hale şükürdür, derler. Emin değilim ancak bana söyleyen Hadis diye söylemişti.
Umudu yazıyım istemiştim bugün. Umut deyince beklemek eklendi yanına.
Peki neyi?
Bekleyen insanların bir durağı olur. Bir yerlerde, bekledikleri bir şeyi bekledikleri bir yer.
Dünya bekleyen insanların durağı mı ki?
Neyi beklediklerini bilenler de var. Bilmeden öyle bekleyenler de.
Beklerken hissedilenler duygu askerleri.
Bekleyen insanların diyalogları duyduklarımız. Beklemelerini birbirlerinin beğenmeyip kavga edenlerin halleri seyredilenler. Sonra seyredenlerin yorumları yazılıp çizilenler.
Dünya da bekler. Neyi beklediğini bilerek bekler hem.
Bu bekleyenlere hep bir mesaj ulaşmıştır. Ulaşmaya da devam eder. Yani hep bir mesaj ulaştıran var. Gözlerini kulaklarını kalplerini açsınlar da duysunlar diye. Duyanlar gibi duymayanlar da pek çok. Görenler gibi görmeyenler de.
Umut bekleyenlere sunulan hoş bir yemek.
Umuda acıkmalı önce insan.
Bir çok açlığı da belki bu yüzden çeker, bu yüzden acıkır dururuz.
Kendi beklentilerim bir yana hep beklentilerini ve beklemenin zorluklarını dinleyip dururum. Görürüm bekleme sancısını.
Gidip gelenlerden, kendi gittiğim yerlerden bilirim. Hep bir durak daha var. Ulaştıkça umutlanılan. Ve hep söylerim en uzaktakine umutlanalım diye.
Gitmediği yeri nerden bilip de umutlanacak ki insan?
Duyguyla akılla mümkün mü ki?
Kesinlikle değil. Önce bunlarla mümkün olmadığını anlamalı. Bunu anlatmak çok uzun zaman alıyor. İlle de bir mesaj ulaşmalı. İlle de bir mesaja ulaşmalı insan. Mutlak bir mesaj aramalı. Bir harita. Bir yol haritası.
Umutla yaşanıyor biliyoruz. O yüzden Kutsal Kitap umutsuzluğu yasaklıyor.
Ne güzel umudu canlı tutmak.
Biliyor musunuz ki umudu yeşil olanların baharları daha erken olurmuş. Sonra onlar yazın ardından kışa girileceğini ellerindeki mesajlardan bildikleri için yeni baharın da geleceğini bilip yine umutlanırlarmış.
Umut deyince eğri bir dal gelir hep gözümün önüne. Başı eğri ama yüreği kutlu. Kendisi yeşil. Rüzgara aşık. Başı ile yüreği yakındır onların birbirlerine. Arada kaldırırlar başlarını. Büyüklenmeden değil. Umutla bakılan güzelliği görmek için. Umudun yeşerttiği gönüller güzel bakar. Güzele bakar hep.
Çünküüüü umud edilen çok güzellll.
Umudu vermiş bize. Tutunun demiş. Ucu Onda sağlam bir ip umut.
Lakin bu eğri ve yeşil dalı biraz sulamak gerek. Niyazla. Duayla. Gözyaşıyla.
İşte mutluluk.
Niyazla beslenen umut.
Dün öğrendiğim bir niyazı yazmalıyım şimdi sonra da bir Turgut Uyar şiiri ilave etmeliyim sonuna yazının. Önce niyaz:
“Ya Rabbi Kur’anı kalbimizin baharı eyle.
Umudumuzu tazele. Yeşil kalsın dallarımız. Pak olsun gönüllerimiz. Sonra da renksizliğe ulaştır bizi.”
Ve şiir:
kente kapandık kaldık tutanaklarla belli
sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır
çığlığım uzun uzun kalır içimde
yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi
artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir
kutsal acı besleyen acı sütünü emiyoruz
yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek
kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat
mutsuzluk acıya varana kadar
artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi
öyle bir gölge ki belki çok dardır
kısa vakitlerinde aceleci akşamın
artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
acıya hep yer vardır aramızda
dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi
bozuk paraları da umutsuzluğu da
aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum
güneşin yedi renk ayasını
biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır. (Turgut Uyar)