Ürdün baharı kapıda
Ürdün’de reform gösterilerinin renginin giderek devrim gösterilerine dönmesini tahmin etmek güç değil. Ama tahmin edilemeyen, İsrail faktörü ölümcül bir sarkaç olarak sallanmaya devam edeceğe benziyor.
2012 yılı kurban organizasyonu kapsamında Ürdün’e beş günlük bir ziyarette bulunmak üzere yola çıkıyoruz. Suriye despot rejiminin hava sahasını Türk uçaklarına kapatması dolayısıyla yolumuzu biraz uzatarak her zamankinden farklı bir rotayla, başkent Amman’a gün doğmadan bir iki saat önce iniyoruz. Bayrama henüz iki gün olduğundan ve zamanı iyi değerlendirmek adına daha önce mihmandarlarımızla anlaştığımız üzere, Ürdün’ün en güneyinde yer alan Suud sınırındaki Akabe’ye doğru yola koyuluyoruz. Yaklaşık dört saatlik bir kara yolculuğunun ardından Kızıl Deniz’in Ürdünlü şehri Akabe’ye varıyoruz.
Denizin hemen karşı kıyısında birkaç kilometre ötede İsrail İşgal Devleti’nin Elad şehri yükseliyor çok katlı binalarıyla. Bir başka yaka Mısır, hemen aşağısı ise Suudi Arabistan toprakları. İki ülke ve iki ülkecik birbirleriyle burada buluşuyor. İki ülkeciğin şüphesiz biri Ürdün, diğeri de İsrail. Kaderleri birlikte kesilmiş, alabildiğine iki suni ülkecik. Ürdün ve Ürdünlü kelimeleri en az İsrail ve İsrailli kelimeleri kadar sahte ve uydurma. Zaten Ürdün halkının en az yüzde altmışlık kesimini İsrail İşgal Devleti’nin Filistin’i işgali sonucu yerlerinden yurtlarından olmuş, zoraki Ürdünlü Filistinliler oluşturuyor. Ürdün Filistinlilerin iç kanatıcı göç dramının ülke halinde somutlaşmış hali adeta. 48 ve 67 Arap-İsrail savaşlarının neticesinde belki de bir süre için düşüncesiyle buraya sığınan ama o bir sürenin asla bitmediği bir sığınak ülke. Zaten Ürdün’ün çok geçmeden anlaşılan iki fonksiyonundan biri de bu değil miydi? Kurulacak İsrail devletinin en uzun kara sınırlarını boylu boyunca kuşatan bir tampon bölge olmasının yanında, işte bir de bu fonksiyonu vardı Ürdün’ün: Yerlerinden edilmiş Filistinlilerin zoraki vatanları haline getirilmesi.
Akabe ekim ayında bile sımsıcak. Kızıl Deniz’in rutubetiyle malul. Ürdün’ün tek limanı burada kurulu. Limanın hemen yanındaki deniz müzesi, ilginç deniz hayvanlarını yakından görmek isteyenler için iyi bir yer. Ayrıca dalgıçlar için de önemli bir destinasyon Akabe. Kızıl Deniz’de küçük bir tekne gezintisi yapıyoruz. İsrail tarafına yaklaşınca deniz sınırını geçmemek için kaptan dümeni kırıveriyor. Şerif Hüseyin Camii modern mimari tarzında inşa edilmiş, göz kamaştırıcı bir camii olmuş.
Tipik bir liman şehri sayılabilecek olan Akabe’de ilk geceyi geçirdikten sonra, sabah erkenden Vadi Ram’a doğru yola çıkıyoruz. Vadi Ram’ın Kur’an-ı Kerim’de adı geçen İrem bağlarının bulunduğu yer olduğu söyleniyor. Muhteşem bir kaya yapısına sahip Vadi Ram’da tuttuğumuz üstü açık jiple unutulmaz bir tur gerçekleştiriyoruz. Hareketli kumlar adını verdikleri çöl kumlarından oluşan tepeye çıkmak zor olsa da inmek bir hayli eğlenceli.
Daha sonra dünyanın yeni yedi harikasından biri kabul edilen Petra antik kentine doğru yola çıkıyoruz. Nebatîlerin insanlığa armağanı olan ve ülkelerinin başkenti sayılan antik kent gerçekten büyüleyici. Gerçi petrol fakiri Ürdün yönetimi, “petrolümüz yoksa Petra’mız da mı yok” anlayışıyla bilet ücretlerinde şirazeyi biraz kaçırmış ama bu harikulade, taştan oyma dağlardan yontma eserlere sahip antik kenti görmek için değer. Çok sayıda turist çeken kent, Lut Gölü’yle birlikte Ürdün’ün önemli bir gelir kaynağı haline gelmiş.
Petra ile olan randevumuz sona erince tekrar Amman’a doğru yollanıyoruz. Amman diğer pek çok Ortadoğu başkentinin aksine hayli derli toplu, bakımlı ve temiz bir şehir. Bizim Ankara gibi sonradan oluşturulmuş bir başkent olduğundan çok fazla tarihi derinliği yok. Tabi çok haklı olarak Roma döneminden kalma amfiteatrı saymazsak. Beyrut kadar olmasa da gençlerin “modern yaşam”a ayak uydurma telaşında olduğu bir yer Amman. Kafe hayatı çok canlı. Akşamları bizim İstiklal Caddesi’ne öykünen büyük caddesi kızlı erkekli gençlerle dolup taşıyor.
Ülkenin dördüncü kralı olan II. Abdullah’ın fotoğrafları her yerde. Üstelik hep farklı kostümlerle ve şekillerde. Kimi zaman takım elbisesi içinde sinekkaydı traşlı modern bir devlet başkanı, kimi zaman geleneksel Arap kıyafetleri içinde bir kral, kimi zaman ailesiyle bir kafede nargile sefasında, kimi zamansa bir spor karşılaşmasında tişörtüyle alkış tutarken. Olur olmaz her yere serpiştirilen tüm bu fotoğraflarla kralın halktan biri olduğu imajı verilmeye çalışılmış, çok belli. Bazı yerlerde ise veliahdı genç Hüseyin’in fotoğrafı da kendisine eşlik ediyor. Hüseyin kıvırcık ve uzun saçlarıyla ve çocuk masumiyetiyle, ama gayet resmi bir takım elbise içinde ilerde görüşürüz mesajı vermeye çalışıyor Ürdünlülere.
Yedi milyona yaklaşan nüfusun üç buçuk milyondan fazlası Filistin asıllı. Dünyanın en yoğun Filistinli nüfusuna sahip ülkesi olan Ürdün’de Filistinlilerin çoğu Ürdün vatandaşlığı alarak yerleşik hayata geçmişler. Bunun yanında BM’ye kayıtlı toplam 14 Filistin mülteci kampında yaklaşık bir milyona yakın Filistinli kalıyor. 48 ve 67 göçlerinde buraya göçmek zorunda kalanların torunları üçüncü nesil olarak kamplarda bunaltıcı bir hayat mücadelesi vermeye ve vatanlarına dönecekleri günü sabırla beklemeye devam ediyorlar.
Bu kampların isimleri Suf, Suhne, Zerka, Nezzel, El-Hüseyin, Nasr, Beka, Gazze, Hısn, Vahdat, Talibiyye, Madebe, Hıttin ve Rusayfa. Bunlardan en büyüğü ise Ortadoğu’nun da en büyük kampı olan ve neredeyse küçük bir şehir halini alan Beka kampı. Başlangıçta dev çadır kentler halindeyken, sonradan betonarme gecekondular halini almış olan bu kamplar, Lübnan’daki Filistin kamplarından çok daha iyi durumda olsa da içinde yaşanan sefalet çok fazla değişmiyor. Özellikle Gazze’den gelenlerin yaşadığı Gazze kampında altyapı yok, kanalizasyonlar sokak ortasındaki arklardan akıtılıyor. Ayrıca kamp bölgeleri belediye hizmetlerinden de faydalanamıyor. Yalnızca Birleşmiş Milletler’e bağlı ekipler çöp toplama işini görüyorlar. Bir evde ya da daha doğrusu barakada on, on beş hatta yirmi kişi kalabiliyor. Çoğunlukla birkaç aile aynı evi paylaşmak zorunda kalıyor. Çatılar çinkodan, bu nedenle evler kışın soğuk yazın ise alabildiğine sıcak oluyor.
68 yılında kurulan kamplardan biri olan Suf kampını ziyaretimizde görüştüğümüz partner kuruluşumuzun kamp müdürü Velid bey, hükümetin maddi yardımda bulunmadığını, sadece bazı idari kolaylıklar sağladığını ifade ediyor. Kampta sabahçı-öğlenci sistemiyle hizmet veren BM’ye ait bir ilkokul mevcut. Hükümete ait iki lise var. 14 bin nüfuslu kampta ziyaret ettiğimiz bir evde iki aileden 19 kişinin yaşadığını öğreniyoruz.
Kurban kesim ve dağıtım çalışmalarımızı iki gün içinde tamamlayarak toplam 235 hisse kurbanı, yaklaşık iki bin aileye dağıtıyoruz. Bunların yarısı Filistinli, yarısı da Suriyeli mülteciler.
Yine eski bir Gazze kampı sakini, şimdi ise emeklilik ikramiyesiyle kampın hemen dışında bir ev inşa etmiş olan, Şehid Şeyh Ahmet Yasin’in gençlik arkadaşı Şeyh Salah’ın evine uğruyoruz. 1936 doğumlu ihtiyar delikanlı bizi kısa bir tarih tünelinden geçiriyor. Kendisi 48 yılındaki işgalde ailesiyle birlikte Gazze’ye göç etmiş. 67’de de Ürdün’e göçmek zorunda kalmış. Bir kilometre kare alan üzerine kurulu Gazze kampının nüfusu kırk bin. Şeyh Salah hükümetin kendilerine çalışma izni vermediğini, ancak istihbaratın onayından sonra özel şirketlerde çalışma hakkı kazanabildiklerini söylüyor: “Hükümet ancak bir dönüm arazi almamıza izin veriyor. Örneğin istihbarat benim bu evin arazisini kendi üzerime almama dahi izin vermedi. En büyük sıkıntımız işsizlik. Devletin ilaç ve sağlık hizmetlerinden yararlanamıyoruz. Birleşmiş Milletler 150 dinara kadar olan (215 TL) sağlık giderlerini karşılıyor. Sıradan hastalıklar için yeterli olsa da önemli hastalıklar için ilaç bulamıyoruz. Kalp, kanser, böbrek hastalıkları gibi büyük hastalıklarda Kralın Divanı kurumuna başvuruyoruz. Bazen yardım ediyorlar, bazen etmiyorlar. Bazen yardım kararı hasta öldükten sonra çıkıyor.
BM’ye ait okul temel eğitimi bedava veriyor. Lise kısmı hükümet tarafından veriliyor. Ama üniversite kısmında çocuklarımız Ürdün vatandaşı öğrenci gibi muamele görmüyorlar. Her yıl yalnızca Filistinli otuz öğrenci hükümet kontenjanından daha az harç ödeme hakkı kazanabiliyor. Bunun dışında kalan öğrenciler çok yüksek harç ücretleri ödemek zorunda kalıyorlar. Öğrencilerin ailelerinin bu harçları karşılaması çok zor. Partner kuruluşumuz İslam Merkezi Cemiyeti elinden geldiği kadar burs vermeye çalışıyor. Üniversite mezunları ise iş bulamadıkları için bulabilirlerse inşaat, çöpçülük, işportacılık ve benzeri işler yapıyorlar. Sürücü ehliyeti dahi alamıyorlar.”
Ürdün’deki Filistinlilerin ilginç bir durumu daha var. Daha önce Ürdün’e bağlı olan Batı Şeria’dan 67 savaşı sonrasında göç etmek zorunda kalanlara, Ürdün Devleti işgale rağmen 88 yılına kadar Batı Şeria’nın sahibi olduğunu iddia ettiğinden dolayı vatandaşlık hakkını vermiş. Buna mukabil daha önce Mısır toprağı olduğu gerekçesiyle Gazze’den göçenlere vatandaşlık vermemiş. Dolayısıyla Ürdün’de en zor durumda olan Filistinliler Gazze kökenli olanlar. Üstelik Oslo Anlaşması’na göre kendileri Filistin vatandaşı da sayılmadığından vatansız duruma düşmüşler. Ürdün Hükümeti’nin iki yıllığına geçici olarak verdiği ikamet belgeleriyle birçok haktan mahrum bir şekilde yaşıyorlar.
Ürdün İhvan-ı Müslimin teşkilatı şura meclisi başkan vekili Abdülcelil El-Awawdeh Ebu Rami ile görüşüyoruz. Kendisi kırk yıldır hareketin değişik kademelerinde çalıştığını söylüyor. Dinliyoruz: “Teşkilatın amacı tüm dünyada olduğu gibi Hasan el-Benna’nın menheci üzere İslam’ın hâkim olması için çalışmaktır. Hasan el-Benna’nın risalelerine çok önem veririz. Eğitim metodumuzun gayet başarılı olduğunu düşünüyoruz. Bizim için öncelikle ferdin eğitimi ve terbiyesi gelir. Daha sonra ise aile ve ev terbiyesi verilir. Yirmi otuz sene öncesine bakanlar o zamandan bu zamana İhvan’ın aile ve ev terbiyesine olan etkisini görecektir. Gençler arasında dini ilimlere olan talep bizim teşviklerimizle artmıştır. Topluma çok önem veriyoruz. Özellikle son on yılda toplumsal faaliyetlerde çok yol aldık. İnsanlar İhvan’a her açıdan güveniyorlar. Şahsi çıkar peşinde değil, yüksek gayeler peşinde koştuğumuzu takdir ediyorlar.
Özellikle Arap uyanışı sonrası 2011 ve 2012 yılları bize İhvan’ın toplumda ciddi bir karşılığı olduğunu net bir şekilde gösterdi. Siyasi alanda ise İhvan adil bir seçim kanunu istiyor. Önce adaletin sağlanacağı bir seçim sistemi kurulmasını talep ediyor. Anayasanın değiştirilmesini istiyoruz. Hâlihazırda anayasada “Halk otoritelerin kaynağıdır” maddesi mevcut ama uygulamada hiçbir karşılığı yok tabi ki. Ayrıca yine anayasada “Devletin dini İslam’dır” ibaresi mevcut. Meclis yıllarca keyfi şekilde feshedildi. Kral Hüseyin zamanında özellikle ekonomik sebeplerle halk sesini yükseltmeye başlayınca, Kral 89’da seçime gitmek zorunda kaldı. Bu seçimler Ürdün tarihinde yapılmış nispeten en adil seçimler olmuştur. İhvan adayları da siyasi partiler olmadığı için bağımsız olarak seçimlere girdiler. O zamanlar toplam seksen vekilli meclise kırktan fazla vekil çıkarmayı bekliyorduk. 22 vekil çıkarabildik. Yine diğer İslami gruplardan 11 vekil daha meclise girdi. Bunun üzerine Kral seçim sistemini değiştirdi ve bir daha bu rakamlara ulaşamayacağımız son derece adaletsiz ve şike üzerine kurulu seçim kanununu yürürlüğe koydu.
Daha önce altmışlı yıllarda siyasi partiler vardı, fakat yasaklanmıştı. 92’de baskılara dayanamayan Kral siyasi parti kurulmasına izin vermek zorunda kaldı. 1992’de siyasi parti kurma hakkı tanınınca “Hizb-i Cebhet’il Amel el-İslami” ismiyle partimizi kurduk. Ben de partinin elli kurucu üyesinden biriyim. 93’te meclise girdik. Ama çarpık seçim sistemi yüzünden yalnızca 16 vekil çıkarabildik. Bizim için meclis tek kürsü değildir. Ama önemli bir kürsüdür. Bundan sonra dört yılda bir seçimler olmaya devam etti. Ama biz 97’deki seçimi adaletsiz seçim sistemi yüzünden boykot ettik. Bundan sonra da bazı seçimlere girdik, bazılarına girmedik. Ama girdiğimiz seçimlerde hep sembolik sandalye sayıları kazanabildik. En son 2010 yılında yapılan seçimlere de girmedik. Şu anda vekilimiz yok. Zaten bildiğiniz gibi yakın bir zamanda yapılacak seçimlere kadar Kral Meclisi feshetti. Biz de feshetmesi çağrısında bulunmuştuk. 2013 Ocak ayında bir seçim yapılacağını açıkladı ama biz seçim sistemi değişmediği müddetçe seçimlere girmemekte kararlıyız. Şu anda meclise 124 milletvekili giriyor. Başbakan Kral tarafından atanıyor.
Ürdün Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle oluşturulmasına karar verilen bir devlettir. Ürdün askeri güçlerinin başında dahi İngiliz paşalar vardı. Ürdün esasında tamamıyla İsrail için hazırlanan suni bir devlettir. Amman İngilizlerin tabiriyle “dirty village”ten (kirli köy) başkent haline getirildi.
Ben 43 doğumluyum. 67 savaşını çok iyi hatırlıyorum. 67’de esasen Kral Hüseyin savaşa katılmak istemiyordu. Yenileceğini biliyordu. Savaşa kerhen girdi. Zaten Ürdün’ün asker kaybı da düşük bir rakamla sınırlı kalmıştır.
Ürdün İhvanı olarak Arap Baharı’nda geç kaldığımızı düşünmüyoruz. Erken bile başladık. Suriye’de olaylar başlamadan önce biz burada gösteriler yapmaya başlamıştık. Ürdün’ün durumu biraz farklı. Biz “ıskat” (devrim) değil, “ıslah” (reform) istiyoruz. Bunun, içinde bulunduğumuz koşullar itibariyle bizim daha çok çıkarımıza olduğunu düşünüyoruz. Siyasetimizde bir damla dahi kanın dökülmesi yok. Taleplerin barışçı yollardan olmasına hassasiyet gösteriyoruz. Ürdün halkına İhvan’ın istediği reformları istiyor musunuz diye sorsanız yüzde seksen beşi “evet” der. Ürdün şu anda Kral ve istihbaratın yönetim tekeline alınmış vaziyette. Adil seçimler gerçekleşmiş olsa en az yüzde altmış oy alabileceğimizi düşünüyoruz. Çünkü biz şu anda Ürdün’de tek alternatif siyasi hareketiz. Bizim dışımızda teşkilatlı ve ayakları yere basan, meclisi çalıştırabilecek yapı yok.
15 Ekim’de yetmiş beş bin kişilik bir gösteri gerçekleştirdik. Devlet göstericilerin sayısını yalnızca beş bin olarak açıkladı. Oysa kendilerine lehine bir gösteri olsa üç bin kişiyi yüz bin diye açıklarlar. Bu gösteride seksen dokuz farklı aşiret ve grubu bir araya getirmeyi başardık. Liberaller ve solcular gösteriye bu defa katılmadı ama bundan sonra onlar da gösterilere katılacaklar. 2011 yılında eski başbakan ve istihbarat başkanı olan Ahmet Ubeydat başkanlığında Islah (Reform) Komisyonu kuruldu.
Ülkenin yer altı kaynakları yabancılara satılmış durumda. Milli gelirin yüzde on beşini oluşturan fosfat madenleri yabancı şirketlere peşkeş çekildi.
Kral Abdullah şimdiye kadar aşiret dengelerini çok iyi kullandı. Ama artık aşiretler de bu oyunun farkına vardı. İsrail de Ürdün’ün reform sürecinde önemli bir faktör. İsrail kraldan muhalefete taviz vermemesini istiyor.”
Partner kuruluşumuz İslam Merkezi Cemiyeti’ne gerçekleştirdiğimiz ziyarette ise, dernek yöneticilerinden Muhammed Arbeihat kurumla ilgili genel bilgiler veriyor: “Cemiyetimiz 1963 yılında İhvan hareketinin bir parçası olarak kuruldu. İki yıl sonra çalışma ruhsatını aldı. Sekiz ana daireden oluşuyor. Her bir dairenin mesuliyetleri var. En önemli üç daire; sosyal yardımlaşma, sağlık ve eğitim-kültür daireleri. Eğitim-kültür dairemizin uhdesinde elli okul bulunuyor. Bu okullarda on beş bin öğrenci eğitim görüyor. Yine yirmi bir tıp merkezimiz, Akabe ve Amman şehirlerinde birer hastanemiz mevcut. Elli altı yetim merkezimiz ülkenin değişik bölgelerine dağılmış durumda. Bu merkezlerin inşasını da biz gerçekleştirdik. Yirmi yedi bin yetime ve yedi bin aileye düzenli yardımda bulunuyoruz. Bin altı yüz öğrenciye burs veriyoruz. Yetmiş bin aileye ise düzensiz yardımlarımız ulaşıyor. Temel olarak ahlaki yozlaşma, açlık, fakirlik, hastalıklar ve cehalete karşı savaşıyoruz. En çok önem verdiğimiz projeler; eğitim projeleri, bilgisayar kursları ve eğitimcilerin maaşlarının ödenmesi projeleri ile eğitici eğitimi projeleri. Yıllık doksan milyon dolarlık bütçemiz var.
Ürdün Suriye’deki savaş dolayısıyla en çok mülteci alan ülkelerden biri. 200 bin civarında Suriyeli mülteci Ürdün’e sığınmış durumda. Buna karşılık Suriyeli mültecilerin en kötü şartlarda bulunduğu ülke de Ürdün. Kuzeydeki Zateri kampında otuz beş bine yakın Suriyeli mülteci kalıyor. Kampın durumu çok kötü. Üstelik hükümet Birleşmiş Milletler dışında yardım kuruluşlarının kampa girmesini ve çalışma yapmasını yasaklıyor. Devletin yardımları ise çok kısıtlı. Partner kuruluşumuz kamp dışında yaşayan yaklaşık on bin mülteciye yardımda bulunuyor.
Ürdün’deki son günümüzde ise İhvan’ın genel merkezindeki bayramlaşma merasimine katılıyoruz. Hacca gitmiş olan Genel Murakıp Hemmam Said merasime telekonferans yoluyla katılarak bayram mesajını iletiyor. Ardından Fırkat’ül Yermuk isimli gruptan bazı ilahiler ve marşlar dinliyoruz. Genel Murakıp Vekili Zeki Beni Reşid bir konuşma yapıyor: “Bizi hâlihazırdaki bozuk siyasi denklemin içine çekmeye çalışıyorlar. Ocak’ta yapılacak seçimlere bu şartlarda girmemiz bizim intiharımız olur. Bile bile intihar edecek değiliz. Herkes yolsuzluklardan, hırsızlıklardan bahsediyor ama kimse meydana inmeye yanaşmıyor. Bizden başka sorumluluk üstlenmek isteyen yok. Ama biz bu oyunu bozmaya kadiriz. Acelemiz yok. Barışçı yollardan reformların gerçekleştirilmesini istiyoruz. Tüm gücümüzü bu yolda seferber etmeye hazırız.”
Program bitiminde Zeki Beni Reşid’le görüşmek üzere odasına geçiyoruz. Dinliyoruz: “Ürdün’deki siyasi ve sosyal alanlarda başı çeken bir hareketiz. Devlet tüm antidemokratikliğine rağmen bize rağmen çok kolay adım atamaz. Ürdün’deki İslami hareketimiz birçok müessese kurmuştur. Devlet 2006’dan bu yana yardım kuruluşumuz olan İslam Merkezi Cemiyeti’ne neredeyse el koymuş durumda. Bir kayyum heyeti gözetiminde faaliyetlerimizi yürütmek zorunda bıraktılar. Tüm bu yıldırma faaliyetlerine rağmen cemiyet çalışmalarına devam ediyor. Hükümet de resmi yardım kuruluşları kurdu ama halk onlara itibar etmiyor.
Türkiye’nin büyük ve tarihi bir rolü olduğunu düşünüyoruz. Tüm İslam dünyası Türkiye’den büyük beklentiler içinde.
Arap uyanışı sonrası İhvan olarak değişim ve reform başlığı altında çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Ülkede tek elde toplanmış olan yönetim erkine fiilen müdahil olduk ve masanın diğer ucuna oturduk. Yönetimdeki sıkıntının temelinde yatan sorun seçim sistemi ve şike. Bu sistem 93’te kuruldu ve halen devam ediyor. Sistemin amacı gerçek halk desteği olan grupları siyasi sistemden uzak tutmaktı. En büyük sıkıntıyı 2007 seçimlerinde yaşadık. Ülkenin en büyük siyasi yapısı olmamıza rağmen çarpık seçim sistemi dolayısıyla yalnızca altı milletvekili çıkarabildik. Zaten 2010 seçimlerini de boykot ettik. Ürdün siyasi anlamda da çok istikrarsız bir ülke. Kral keyfi olarak bir yıl içinde dört hükümet değiştirdi. Hareket olarak en büyük talebimiz, seçim kanununun değişmesi ve adaletin sağlandığı bir sistemin kurulması. Hükümeti adil seçimler yoluyla ve halkın gerçek oylarıyla seçilmiş, çoğunluğu sağlayan partilerin kurması. Yönetim bu isteklerimizi reddetti. Biz de bunun üzerine önümüzdeki seçimleri de boykot kararı aldık. Batı da İhvan’ın başa gelmesini istemiyor. Önceleri ABD ve İngiltere reform yanlısı olduklarını açıklamışlardı, sonra geri adım attılar. Rejim Suriye örneği ile Ürdün halkını korkutmaya çalışıyor.
İslam ümmetinin parçalanması için Osmanlı Devleti’ni parçaladılar. Müslümanları birbirine düşürdüler. Araplar 22 ayrı devlet haline geldi. Türkçülük Türkleri bir arada tutamadığı gibi, Arapçılık da Arapları bir arada tutamadı. Bizim küçük parçalar halinde olmamız ayıptır. Tek devlet gibi görünen yerlerde de aslında birden fazla devletler kuruldu. Lübnan’da on yedi ayrı devlet var. Asla müstakil olamayacak. Suriye’de on sekiz ayrı parça var. Yüzde doksan beşe yakını Müslüman olan Ürdün’de İslamcı parti olarak iktidara gelmemize engel olunuyor.
Biz özgür bir Türkiye ve özgür bir Mısır’ın diğer ülkelerin ve nihayetinde Kudüs’ün özgürleşmesine yol açacağını düşünüyoruz. Kudüs bizim için yalnızca bir şehir değil, bir akidedir.
İsrail ve batı Suriye’de İslamcıların başa gelmesini istemediği için Suriye konusunda Türkiye’yi yalnız bıraktılar.
Biz Ürdün’de şimdiye kadar barışçı tarzdan vazgeçmedik. Bundan sonra da bu tarzdan vazgeçmek istemiyoruz. Iskat (devrim) değil, ıslah (reform) temelli yürüyüşümüze devam edeceğiz. Sizi temin ederim ki bizler hiçbir zaman şiddete tevessül etmeyeceğiz. Yönetim bizi provoke edip bu yola çekmeye çalışsa ve bizi erken bir hamleyle boğmaya çalışsa da aklıselimden ödün vermeyeceğiz. 15 Ekim’de yaptığımız dev gösteri öncesi halkı çok korkuttular. Gösteri için bir ay öncesinden izin almak durumundaydık. Bu bir aylık zaman zarfında halkı akla hayale sığmaz tehditlerle sindirmeye ve sokağa çıkmamasını sağlama çalıştılar. Kan dökmekten çekinmeyeceklerini televizyonlar vasıtasıyla bile ilan ettiler. Ama biz çok iyi biliyorduk ki esas korkanlar onlardı. Halkımız tehditlere boyun eğmedi ve muazzam bir kalabalığı toplamayı başardık.”
Tüm bu konuşmalardan ve nabız yoklayıcı sorularımıza aldığımız temkinli cevaplardan, devrim seçeneğinin henüz masada olmadığını, ama masanın hemen yanındaki dolapta hazır bulunduğunu çok net bir şekilde anlıyoruz. Bölgedeki sürece bakılırsa da er geç bu seçeneğin masaya indirilmesi mukadder görünüyor. Görüştüğümüz yetkililer çok fazla dile getirmek istemese de, elbette Ürdün halkı Suriye devriminin çok fazla uzamasından ve kötü bir süreç izlemesinden olumsuz anlamda etkilendiler. Bu süreçte biraz daha temkinli davranmaya çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri de bu. Ama kuşkusuz başat sebep kimsenin dile getirmek istemediği ama aklının ucundan da atamadığı İsrail faktörü. Ürdün’ün İsrail için bir tampon bölge oluşturması, aynı zamanda İsrail’in sonunu tetikleyebilecek bir fay hattı oluşturmasını da sağlıyor. Bu da İsrail’in bölgede en çok önem verdiği ülkenin Ürdün olmasını zorunlu kılıyor. Elbette ki İsrail kontrolün kendisinden çıkacağı bir demokratik yönetimin başına büyük işler açabileceğini çok iyi biliyor. Muhalefetin devrim seçeneğini çok rahat bir şekilde telaffuz edememesinin ve reform talebiyle yetinmesinin ardında yatan başlıca sebeplerden biri de bu realist bakış açısı.
İhvan’ın bu süreçte çok önemli bir rolü var. Aslında yönetim de bunun farkında. Birçok aşiret şu anda “reform” noktasından “devrim” noktasına gelmiş durumda. Özellikle Tafile şehrinde halk tamamıyla devrim yanlısı. Ama İhvan sürecin kontrollü bir şekilde yürümesi yolunda mutedil bir siyaset izlemeyi öneriyor. Aşiretleri frenleme özelliği dolayısıyla, örgütlü ve her zaman hazır yapısının yanında, süreçteki diplomatik kıvraklığa sahip tek yapı da İhvan.
Ürdün’de başlangıçta halk hareketlenmesine Filistinliler tarafından öncülük edilmişti. Ama adı konulmamış Ürdünlülük refleksi dolayısıyla bu hareketlenme ülkeye mâl olmadı. Tabi burada yönetim Filistinli korkusunu ve fitnesini yaydı. Ürdün’ü ikinci bir Filistin devletine çevirmeye çalışıyorlar fısıltısı, halk arasında yayılmaya çalışıldı. Yönetim Ürdün milliyetçiliğinden medet umdu. Daha sonra bunu gören İhvan, Filistinlileri ikinci plana almayı tercih etti. Buna mukabil tamamıyla Ürdün kökenli olanların yaşadığı Tafile’de altı ay kadar önce ikinci hareket başladı. Bunun ülke geneline mâl olması çok daha kolay olacaktır. Tafile’de devrim talebiyle ayaklananlar çok sıkı bir şekilde bastırılmaya çalışıldı. Tafile adeta karantina altına alındı. Dışarıya haber çıkmasına engel olmaya çalışıyorlar. Kralın konvoyu bile Tafile’de taşlanmaktan kurtulamadı. Tafile’den Amman’a on bin kişi yürüdü. Şu an olası devrimin muharrik gücü Tafile.
15 Ekim’de yapılan büyük gösteri dışında, halen her Cuma namazı çıkışı ülke genelinde gösteriler olmaya devam ediyor. Zaten Cuma gösterilerine daha Suriye olayları başlamadan önce başlamışlar. Ama yönetim işi çok fazla zora sokmamak adına ılımlı davranmaya çalışarak bunlara çok fazla müdahale edemiyor. İki yıl öncesine kadar ölümcül derecede yasak olan Hizbu’t Tahrir örgütü bile kendisini açığa vurmuş durumda. Açıktan bildiri dağıtmaya başlamışlar. Özellikle Peygambere hakaret filminden sonra cami çıkışlarında “Peygambere yardım et” temalı çıkartmalar dağıtıyorlar. Tabi bu vesileyle gövde gösterisi yapmış oluyorlar. Son süreçte İhvan ve Tahrir’den çok sayıda insan gözaltına alınmış, ama Kral bir iyi niyet gösterisi olarak ve ortamı yumuşatmak adına bayram öncesi tüm tutukluları serbest bırakmış. Gerilimin tırmanmaması için özellikle tutuklulara işkence etmekten kaçınıyorlar.
Ürdün’deki son günümüzde görülmeden dönülmemesi gereken Lut Gölü’nü (diğer ismiyle Ölü Deniz) ziyaret ediyoruz. Yeryüzünün en alçak noktası olan, deniz seviyesinden dört yüz metre aşağıda bulunan göl bölgesi olan Gor çukuruna inerken, yolda maruz kaldığımız dayanılmaz basınç kulaklarımızı patlatırcasına etki ediyor. Lut kavminin helak olduğu bölgede oluşan gölün suyu aşırı tuzlu ve yapışkan. Aşırı tuz oranına sahip gölün kaldırma kuvveti çok fazla olduğu için uğraşsanız da batmanız mümkün değil. Gölün hemen karşı kıyısı Batı Şeria toprakları yani Filistin. Kudüs az ötede.
Ürdün’de hatırı sayılır bir Çerkez nüfusu ve nüfuzu var. Kralın yakın korumaları dahi Çerkezlerden oluşturulmuş. Kralın en güvenilir adamlarının Çerkezler olduğunu söylüyorlar. Bizim Çerkez Ethem’in de ihtiyarlığını Amman’da geçirdiği ve burada öldüğünü öğreniyoruz.
Amman’daki Roma döneminden kalma amfiteatrı görme imkânı bulamasak da Ceraş’taki antik Roma kentini gezme fırsatımız oldu. Yakın zamana kadar oyuncu gladyatörler temsili dövüşler yapıyorlarmış. Ama artık son vermişler.
Amman ve bölgesi “Dıffe Şarkiye”, yani Doğu Şeria olarak isimlendiriliyor. Bilindiği gibi Şeria Nehri’nin batısında kalan topraklarda hâlihazırda Filistin yönetiminin sıkışıp kaldığı Batı Şeria olarak isimlendiriliyor.
İhvan bu yılın başlarında El-Yermuk ismiyle bir televizyon kanalı açmış. Ayrıca Sebil isimli, elli bin tirajlı bir günlük gazeteleri var. Şia nüfusun bulunmadığı Ürdün’de, yüzde beş civarında Hıristiyan nüfus bulunuyor.
Ürdün, önümüzdeki ayları ve yılları çok hareketli geçirecek bölge ülkelerinden biri olacak gibi görünüyor. Kralın her vesileyle halktan sandıklara kayıt olmalarını istemesi bir yana, mevcut seçim sistemiyle muhalefetin meydanlara inmekten başka seçeneği yok. Suriye’de süreç bir şekilde neticelenince, Ürdün’de reform gösterilerinin renginin giderek devrim gösterilerine dönmesini tahmin etmek güç değil. Ama tahmin edilemeyen, daha doğrusu edilmek istenmeyen İsrail faktörü ölümcül bir sarkaç olarak sallanmaya devam edeceğe benziyor. Biz de Amman sokaklarında dolaşırken, belki bir daha kenti bu halde göremeyeceğimiz ihtimalinin ürpertici hissiyle dolu olarak, Amman’ın yeni bir Şam olmadan bu süreci atlatabilmesinin duacısı olmakla yetiniyoruz.
Yusuf Korkmaz-Timetürk