Doç. Dr. Murat Kayacan
Vahyin ve halkın dili
"Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasınlar." (İbrahim, 14: 4) ayetinde belirtildiği gibi Kur'an son peygamber Hz. Muhammed (s)'in diliyle indirilmiştir. Bu yazıda insanların doğru yolu bulmaları bağlamında vahyin dili ile ilgili şu sorulara cevap arayacağız: Kur'an niçin Arapça olarak indirildi ve o, dili Arapça olmayan başka kavimleri de muhatap almakta mıdır? İslam Arapça bilmeyen kavimlere nasıl takdim edilecek ve nasıl anlatılacaktır?
Kur'ân-ı Kerîm Arap dili yerine başka bir dilde indirilseydi inkârcılar, "Araplardan oluşan muhataplara nasıl olur da onların anlamadığı bir dilde Kitap iner?" diye itiraz ederlerdi (İbn Kesir, 1999, VII: 184): "Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur'ân kılsaydık onlar mutlaka 'Bu kitabın ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil, öyle mi?' derlerdi." (Fussilet, 41: 44). Peygamberlerin gönderildikleri halkın diliyle konuşması çok doğaldır. Çünkü o insanlara Allah'ın vahyini bildirecek, onlarla konuşup tartışacak ve anlaşmaya çalışacaktır. İnsanlar kendileriyle aynı dili konuşmayan yabancı birinin kendilerine peygamber olarak gönderilmesini doğal olarak yadırgar ve onunla iletişim kurmada zorluk yaşarlar. Onun için peygamberler hem kendi halkının içinden seçilmekte, hem de onların dilini konuşmaktadır. Böylece tanışma, anlaşma ve iletişim gerçekleşmiş olur (Sarmış, 2007, I: 81).
Halktan biri olan Hz. Peygamber (s)'e, halkının diliyle vahyin indirilmiş olması, o vahyin ulusal/milli olup başka halklara hitap etmediği ve onları ilgilendirmediği söylenemeyeceği gibi, aynı şekilde bir dili konuşan Hz. Peygamber (s)'in peygamberliğinin yalnız kendi halkı ile sınırlı olduğu veyahut getirdiği vahyin başkalarına hidayet rehberi olmadığı da söylenemez (Sarmış, 2007, I: 82). Örneğin tefsirci ve tarihçilerin açıklamalarına göre, Hz. İbrahim Allah yolunda hicret ederek önce Harran'a, sonra Filistin'e, oradan da Mısır'a gitmiştir. Mısır'dan tekrar Filistin'e dönmüş ve orada yerleşmiştir. Bu yolculukta eşi Sâre ile kardeşinin oğlu Hz. Lût ve Lût'un eşi de ona refakat etmişlerdir. Filistin'e döndükten sonra Lût ayrılarak daha güneyde Ürdün yöresindeki Sodom ve Gomore'ye yerleşmiş, Hz. İbrahim ise Filistin'de kalmıştır (Karaman vd. 2007, III: 602-603). Şüphesiz Hz. İbrahim bu bölgelerdeki bütün halkların dilini bilecek değildi. Ama o, onlarla iletişim kurmuş, onlara vahyi tebliği etmiş, onlardan da onun öğretilerini kabul edip ona inananlar olmuştur. Bunun da tercüme yolu ile olduğu şüphesizdir (Sarmış, 2007, I: 82).
İnsanlar başlangıçta tek ümmetti sonra ayrılığa düştüler (Yunus, 10: 19). İçinde bulunduğumuz insanlığın son döneminde de tekrar onları birleştirmek için Allahu Teala Muhammed'i son peygamber olarak kıyamete kadar geçerli olan Kur'an ile bütün insanlara göndermiştir. Arapça olarak indirilen Kur'an'ın bu özelliğini koruması için Arapça metninin indirildiği gibi korunması bir zorunluluktur. Örneğin Aramice, Latince veya Yunanca yazılmış olan İncil'in anlaşılması için neredeyse dünyanın bütün dillerine çevrildiği gibi, dili Arapça olmayan kavimler de Kur'an'ı kendi dillerine tercüme ederek anlayacaklardır. Kur'an çevirileri, Kur'an'ın kendisi değildir (Sarmış, 2007, I: 82-83). Yukarıda belirttiğimiz Fussilet suresindeki ayet, Kur'an'ın Arap olmayan toplumlar tarafından anlaşılıp gereğinin yerine getirilebilmesi için o toplumların dillerine çevrilmesi gerektiğine de işaret etmektedir. Bu çeviriler, Kur'an'ın anlam ve içeriğini yansıtması bakımından elbette değerlidir. Ancak "Allah'ın muradını eksiksiz kuşatan ve anlatan, dolayısıyla İlâhî kelâm olarak özel değer taşıyan asıl kutsal kitap" anlamında Kur'an, orijinal Arapça metinden ibarettir; çeviriler ise bu metni okuyanın, yetenekleri ölçüsünde ondan anlayabildiği, anladıklarını kendi kelimeleriyle ifade ettiği beşerî eserlerdir. (Karaman vd. 2007, IV: 718). "Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya, 21: 107) ayetinde işaret edildiği gibi Hz. Muhammed (s) bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiştir ve onun dilinin Arapça olduğuna ve Kur'an'ın Arapça indirildiğine bakarak İslam risaletinin başka kavimleri kapsamadığını veya Araplara özgü olduğunu düşünmek doğru değildir. Çünkü Kur'an'ın kendisi Arapça da olsa her dile çevirisi yapılabilmekte ve okunarak anlaşılabilmekte ve aynı zamanda öğrenmek isteyen her kavim Arapça öğrenerek Kur'an'ı kendi dilinden okumakta, anlamakta ve anlatmaktadır (Sarmış, 2007, I: 83).
İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer, Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azim, 8 C., 2. bs., Daru Tayyibetin Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Riyad, 1999.
Karaman, Hayrettin vd., Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, 5 c., DİB Yay., Ank., 2007.
Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, 2 c., 3. bs., Ekin Yay., İst., 2007.