Yandaşlık ayıp değil ben de yandaşım
Serhat Albayrak ile yaşadığı telefon krizi sonunda istifa eden Fikri Akyüz'den bombalar...
Son dönemde medya belki de hiç olmadığı kadar çok tartışılıyor, neredeyse "gazetecilik" mesleği itibarsızlaştırılıyor.
Cezaevinde 100e yakın gazeteci var, işsiz kalan ya da tasfiye edilen de çok gazeteci var.
Ancak buna karşın bir de "el üstünde tutulan, sürekli korunup kollanan" gazeteciler de olmaya başladı.
Bu konudaki kiminle konuşabilirim diye düşündüm ve yazdığı yazılarla kimseye yaranamayan isim geldi aklıma.. O hem bir hukukçu, hem de son dönemlerde gündemde olan bir gazeteci..
Fikri Akyüz'den bahsediyorum..
Hani en son Rasim Ozan Kütahyalı ile Aydın Doğan'ın buluşmasını kaleme aldığı çin Aktüel Dergisi'nin patronu tarafından hesaba çekilmek istenince istifasını basan gazeteciden..
Fikri bey haftaya Başlarken köşesine hoşgeldiniz.
Hepsini sormak isterim, ama önce hukukçu olduğunuzu da bilerek, cezaevindekilerle başlayalım.
* Ne düşünüyorsunuz hapisteki gazeteciler konusunda ?
Bu konu her iki tarafta da çok speküle ediliyor. Kartvizitinde gazeteci titri olan biri suç işler mi? Evet.. Gazeteci tutuklanabilir mi? Evet.. Konumuzun öznesi olan kişiler, gazeteci mi? Evet.. Suç isnat edilen kişilerin tutuklanması şart mıdır? Hayır.. O zaman soruyu şöyle değiştireyim. Avukatlar suç işleyebilir mi? Evet. Suç işleyen avukatlardan bugün tutuklu olarak yargılanan var mı? Evet.. Tutuklu olduğu için, "Avukat, tutuklanamaz, çünkü avukat savunma gibi kutsal bir görevi üstlenmektedir" diyebilir miyiz? Hayır.. Somut olaya gelince.. Ben tutuklu olan kişilerden pek çoğunun suçlu olmadığını düşünüyorum. Ama suçlu olmadığını düşündüğüm bu gazetecilerin de pek çoğunun iyi gazeteci olmadığını düşünüyorum.
Tabii ki iddianameleri okudum. Beğenmediğim fikirlere sahipler. Pek çok gazetecinin suçlu olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla bu kişilerin tutuklanmasını bırakınız, iddianame tanzim edilip dava açılmasını bile doğru bulmuyorum. Suçlu olduğunu düşündüğüm birkaç kişi var ki onların hakkında dava açılması yerindedir ama tutuklanmaları doğru değil. Tutukluluk konusu asgariye indirilmelidir. Hele hele seçilmiş milletvekillerinin TBMM faaliyetine katılmalarının sağlanmaması yanlıştır. Zira bu milletvekilleri hakkındaki müsnet suç iddiası, dokunulmazlık kapsamı dışında.. Dolayısıyla yine yargılama sürecek. Ceza alırlarsa zaten otomatik olarak vekillikleri düşecek.
* Paul Auster bu nedenlerle Türkiye'ye gelmek istemedi, Başbakan "musevi" dedi, Arınç ise "ne kadar da çok Atatürk"e benziyor"... Ne diyorsunuz ?
Başbakan'ın "O zaten Musevi" dediğini duymadım, okumadım, dediğini de düşünmüyorum. Çünkü bunu demesi ırkçılığın tezahürü olurdu. Dediği şu minvaldeydi: "O, İsrail'in politikalarını benimseyen, bize o yüzden karşı çıkan biri.." Bu iki cümle arasında ciddi bir fark var. Ha, Paul Auster'in ben Türkiye'ye gitmem demesi yanlış olmuştur. Ama neticede adam öyle düşünüyorsa düşünüyordur. Hatırlayınız 1992'de, daha önce Kenan Evren'e de verilen Atatürk Uluslar arası Barış Ödülü verilmesi kararlaştırılmıştı.
Mandela ödülü geri çevirmişti. Bugün Tayyip Erdoğan'a kızanlar, yani Auster'in gelmem demesini destekleyenlerin önemli bir kısmı, Mandela'nın ödülü geri çevirmesi karşısında Mandela'ya ateş püskürenlerden oluşuyor. "Mandela kim oluyor da adında Atatürk ismi bulunan bir ödülü geri çevirir" diyenlerdi bunlar.. Bu, bir çelişkidir. Ama açıkçası Başbakan'ın yerinde ben olsam gelmemesini önemsemezdim. Fakat "gelmezsen gelme" demesini de bu kadar büyütmemek lazım.. Yani birisinin gelmem deme hakkı varsa, ki vardır, birisinin de gelmezsen gelme deme hakkı vardır.
Bülent Arınç'ın sözlerine gelirsek..Bülent Arınç'a bu anlamda katılmıyorum. Çünkü ben Auster'i Atatürk'e benzetemedim.
Atatürk'ün gözleri çakmak çakmaktır. Auster'in bakışları ise çakmadır. Atatürk'ün milli mücadele yıllarındaki tipine yani Mustafa Kemal Paşa tipine en uygun tip Selvi Boylu Al Yazmalım'ın Cemşit'i Ahmet Mekin'dir. Kaldı ki Auster, örneğin 1930'lu yıllarda yaşamış olsaydı, Mason localarını kapattıran Atatürk'e tepki olsun diye "Türkiye'ye gitmem" derdi. İnanıyorum ki Atatürk de "Gelmezsen gelme" derdi.
* Bir de "işsiz ve tasfiye edilen" gazeteciler var... Sonuncusu sizsiniz, ama aslında liste çok kalabalık, Mehmet Altan, Ruşen Çakır, Can Dündar, Nuray Mert tvde değil artık. Banu Güven, Ece Temelkuran işsiz... Üstelik bu furyadan etkilenen muhafazakar yazarlar da var, mesela Star'da Hidayet Şefkatli Tuksal, "kendim ayrıldım" dese de bir yazı üzerine gidişi manidar. Ne oluyor Türk medyasında ?
Medyada taşlar bir türlü yerine oturmadı. Çünkü bütün taşlar karşılıklı olarak birilerinin elinde.. Elindeki taşı habire birilerine atıp tutuyorlar. Zaten atıp tutmada bizim medyamız biliyorsunuz pek mahirdir. E, bütün taşlar ya elde ya havada olunca, taşları yerine nasıl oturtacaksınız? Türkiye'de eskiden kartel medyası hükümet kurup hükümet devirirdi. Muhafazakar medyanın çok büyük çoğunluğu o dönemde bu şantajcı, ajitatif, manipülatif medyayı yerden yere vururdu. Bu onurlu mücadelelerinde büyük bedeller ödediler Ama şimdi muhafazakar basının hepsi değil ama önemli bir bölümü tipik bir 28 Şubat medyası gibi pozisyon aldı.
Artık hükümet kurup hükümet devirmiyorlar ama kurulmuş olan ve kısa vadede de gitmeyecek olan hükümete yaslanarak muhalif ve muvafık pek çok yazarın kurulu köşelerini yerle yeksan ettiler. Bu, bir rövanşist duygunun yansımasıdır ve en hafif tabirle ayıptır. Ben iddia ediyorum ki çok sağlam esaslara dayalı bir muhafazakar medya hem içerikte hem genel yayın politikası konusunda objektif bir tavır alsa ve tirajları katlamış olsalar iki kişiden birinin oyunu alan Ak Parti üç kişiden birinin oyunu alacak bir duruma gelir. Zira, Ak Parti tamam bazı yanlışlar yaptı ve yapıyor ama kabul edelim ki bu Türkiye'ye bir Türkiye daha kattı.
Bugün bir zamanlar bu hükümete ağzını geleni söyleyenler bazı önemli gazetelerde yazı yazsın diye mi bu bedeller ödendi? Elbette onlar da yazsın. Yazmalı. Fikri yönden size düşman olan insanları dost etmek de bir sanattır. Ama 28 Şubat'ta 27 Nisan'da bedeller ödeyen muhafazakârlardan bir tanesine bile yer verilmiyorsa, ne oluyoruz deriz. Dediğimiz için fırça yeriz. Fırça yediğimiz için istifa ederiz. İstifa ettikten sonra da bildiğimizi okuruz. Canımıza okuyanları da bir gün yazarız.
* Mehmet Altan son olarak verdiği röportajda "cami-kışla kavgasından korkuyorum, çok kan dökülür" dedi. Ne diyorsunuz ?
Mehmet Altan olayında canımı asıl sıkan şu oldu.. İktidara yakın 2-3 medya sitesi "Mehmet Altan kovuldu, Star tirajda patlama yaptı" şeklinde manşet yaptı. Bu, Tayyip Erdoğan'ı da rahatsız edecek bir üslup.. Mehmet Altan'ı beğenmeyebilirsiniz, fikirlerini de artık beğenmeyebilirsiniz hatta iş akdini de feshedebilirsiniz. Ama Mehmet Altan gibi, düşüncelerinde kırılma ve savrulma olmayan bir adamı sırf Başbakan'ın acaba hoşuna gider mi diye itibarsızlaştırmaya başladınız mı Ak Parti'ye de demokrasiye de zarar verirsiniz. Yani işgüzarlığın lüzumu yoktur. Ahmet Altan ve Taraf mesela.. Bazı manşetlerini ben de beğenmiyorum, Ahmet Altan'ın hakaretvari cümlelerini ben de tasvip etmiyorum. Ama Taraf gazetesinin yok varsayılması Taraf gazetesini yok etmiyor ki..
* Siz muhafazakar birisiniz değil mi ? Hükümete ve iktidara da uzun süre destek verdiniz, açıkca da söylediniz... Gazeteci-siyasetci ilişkisi nasıl düzenlenmeli sizce ?
Ben, evet hayat tarzı itibariyle muhafazakar biriyim. Ama düşünce sistematiğim liberaldir. Örneğin ben bir damla içki içmedim bugüne kadar. Bu anlamda dindarım. İnsanların içkiden uzak durmasını da naçizane tavsiye ederim. E, içen varsa devletin görevlerinden biri gençleri ve çocukları içkiden uzak tutmak için yasal imkanlar temin etmektir. Bir diğer görevi de kamu kurumlarında içki yasağını engellemektir.
İşte bu düşünce formasyonum itibariyle de liberalim.. Muhafazakarım ama mutaassıp değilim.. Liberalim ama liboş değilim. Gelelim iktidar siyasetçi ilişkisine.. Son gelişmeler ya da mevcut iktidar anlamında söylemiyorum. Genel itibariyle kanaatim şudur: İktidar icra makamıdır. Gazeteler, yazarlar eleştiri makamıdır. Dolayısıyla medya uyarır, bilgilendirir. Bakınız bilinçlendirir demiyorum. Bilinçlendirme, aydınlanma gibi kavramlar jakobenist jargondandır. Bu bilgileri okur alır, benimser ya da benimsemez. Neticede bir kamuoyu oluşur.
Çıkan neticeye göre icra makamı bir tavır belirler. Yani iktidar kalkıp "Sen nasıl böyle düşünürsün ey yazar" diyemez, dememeli.. Ama bir yazar da sırtında yumurta küfesi olmadığı için "Sen şunu şunu hemen ama hemen hayata geçir" dememeli. Ama buna rağmen böyle diyorsa, diyordur.. Onun takdirini de yine okur ya da seçmen ortaya koyacaktır.
* Hangisinde otosansür daha fazla, muhafazakar medyada mı, yoksa "ana akım medya"da mı ? :))
Ana akım medyada hiç çalışmadığım için bilemiyorum. Ama çalıştığım kurumlarda yani İnternehaber'de, Haber7'de, Yeni Şafak'ta, Takvim'de Aktüel'de, TGRThaber'de, Rotahaber'de hiç sansüre uğramadım. Haber7'de bir kez yazım kaldırılmıştı. Ama kaldırmakta haklıydılar. Çünkü Mustafa Karaalioğlu'na çok terbiyesizce bir lafım olmuştu. Bir kez yazım sansürlendi. Kaldı ki yazdıklarımdan bir kez pişman olduğum bir yazı vardır o da odur.
* Sektörde herkes "patronsuz" bir medya özlemi içinde ! Sizce mümkün mü ? Yeni Medya konusunda ne düşünüyorsunuz ?
Patronlu medyanın yürürlükten kalkacağına inanmıyorum. Ama sosyal medyanın süratle gelişeceği belli.. Örneğin ben twitter'dan çok yararlandım. Yazı yazacak bir mecram yoktu. Uygun perspektifle kullandığınız zaman twitter çok etkili bir mecra.. 21.000 civarında takipçim var. Bu röportajdan sonra gece yarısı görüşlerimi aktarıp pardon göğüslerimi çekip tivit atacağım. Sanırım yarın 210.000 olur. Gerçi bu ne biçim bir tip deyip 2.100'e de düşebilir.. !!
* Gazeteciler neden birbirlerinden nefret ediyor ? Yoksa bana mı öyle geliyor ?
Size öyle gelmiyor, bana da öyle geliyor. Bana öyle geliyor ki bunun sebebi, Türkiye'de vicdan, cesaret, bilgi, zeka dörtlüsünün ancak birkaç kişide oluşudur.. Bunlardan biri bile eksikse o kişide hasetlik, gıybet, şantaj, fikr-i sabitlik egemen olmaya başlıyor. Ama çok temiz insanlar da var tabii.. Medyanın büyük bir çoğunluğu çamur deryası.. Küçük bir kısmı ise temiz.. Çamurlu medyaya girmek istemiyorsunuz. Çünkü çamura bulanıyorsunuz. Temiz medyada kalmak istiyorsunuz. Bu kez de diğer çamurlu medyanın çamur insanları size çamur sıçratıyor.
Üstünüzü başınızı temizliyorsunuz. Pat, bir daha sıçratıyor. Bir daha üstünüzü başınızı temizliyorsunuz. Bu sürüp gidiyor. Ondan sonra işiniz yoksa çamur temizle.. Kazanan, kuru temizlemeciler oluyor. Zaten medyada tamamen işsiz kalırsam kuru temizleme dükkanı açacağım. Sizin de geleceğinizi biliyorum. Bilmiyorum ama size de çamur atan olmuştur ve olacaktır. Bu röportajın hatırına size yüzde 50 indirim yapacağım. Gerçi rotbalansçı da açabilirim. Zira piyasada şaftı kaymış, ayarı bozulmuş çok yamuk adam da var. Düzeltmek lazım. Geleceğin meslekleri bunlar..
* Bitirmeden şunu da sormak isterim, yeni bir gazeteci burjuvazisi oluşuyor sanki, Ankara'ya hep "haklısınız, aslansınız, kaplansınız" diyen bir yeni gazeteci grubu. Siz nasıl görüyorsunuz bu süreci ?
Bu durum her daim olmuştur. Meşrutiyet döneminde de tek parti döneminde de günümüzde de hep böyle olmuştur. Fakat nasıl ki bir yerlerde cukka adına cuntaya destek verenler oldu. Bu haysiyetsizce bir tutumdu. Şimdi de bazı kişiler cukka için cuntayı bahane etmeye başladı. Çıkıp cuntaya da cukkaya da karşıyım demek, böyle bir irade sergilemek çok mu zordur.
Mesela yandaşlık deniliyor. Yandaşlık ayıp değildir, ben de yandaşım ve bundan gocunmuyorum. Yalakalık ise suç değildir ama ayıptır. Yazıktır günahtır. Bir de yanaşma yazarlar vardır. İktidarın kısa ve orta vadede gitmeyeceğini düşündükleri için yanaşmalık yapanlar var. Adam öyle yanaşıyor ki değme Formula 1 sürücüsü böyle yanaşamaz. Siz kadınlar daha iyi bilirsiniz. Arabaları kadınlar daha iyi yanaştıramadıkları için iyi yanaşanlara hep gıpta ile bakarlar.. Bu yanaşanlar, iyi yanaşırlar ama bazen otoparktaki araçların tamponuna sürterler. O zaman da işin yoksa pasta cila ara.. Gerçi pasta kimde var iyi bilirler.. Hele cilalamayı hepten iyi bilirler..