Fatıma Nur Mücevher
Yolumuz, duamız…
Hz. Hacer annemizin o muazzam teslimiyeti, oğlu Hz. İsmail için koşturması bizlere muazzam bir davettir.
Teni siyah bir kadının ayak izlerini takip ediyoruz, gönlümüz aydınlansın diye, gönlümüz ayıklansın karasından diye, gönlümüz asıl ve asil sahibine kavuşsun diye…
Dünya’nın yine sıktığı, sıkıştırdığı zamanlardan biri. Yani tüm Zamanlar nasılsa öylesi bir zamandı. İnanarak dolayısıyla samimiyetle yapılan duaların kabul olduğuna inanan biriyim. Hal böyle iken işte o zamanların birinde “Allah’ım beni razı olacağın işlerde yor. Ben acizim, sen celal ve ikram sahibisin. İkram et, kalbim vereceğin huzura hasret..” dediğimi hatırlıyorum ve ertesi sabah bir güzel ikram, niyet “Rabbim gel dedi, gidelim..” Umre yolculuğumuz işte böyle başladı.
***
Çocukların kalbiyle kuşların kalbinin aynı ritmi paylaştığına dair yoğun bir his beslemekteyim. Hatta kelebekleri, bulutları ve denizi de aynı minfelde görmem sanırım bundan.
Bir heyecan ki ne heyecan… Nasıl heyecanlanmam, Rabbim adımı vermiş, gelecekler listesine yazdırmış “Fatıma gelecek” demiş gönül nasıl heyecanlanmasın. Bu kalbime de açık bir mesaj “huzur benim, benimle huzur bulursun.” Sanıyorum çocukların o saf teslimiyeti, kuşların kanatlarına tutunan kalbim, kelebeklere göz kırparcasına yola koyuldu. Bir uçağın çift kanatları kanadım oldu ve yola koyulduk...
***
İşte yeniden Allah’ın evindeyim. Aman Ya Rabbi! Ben kimin duasını aldım, kimin duasıyla sana geldim, her kimse sen ondan razı ol! Beni sana getiren hangi dert ise sen o derdimden razı ol! Beni sana getiren hangi hüzün ise sen o hüznü sev ve sevindirsin!
Benim sana gelmeme kim vesile olduysa, sen ondan razı ol Rabbim!...
***
Zor ve yorucu bir yolculuğun arkasında büyük bir ikram… İşte davet edildik, işte KABE… Allah’ın evi ve o çok sevdiğimiz saf ve teslim olmuş kefenimiz “ihram” ile geldik… Yorucu bir o kadar ruhumuzu doyurucu enfes bir libas. Bir cam gibi her şey kırılmaya meyilli fakat siz kırmamak için olanca dikkatle tutuyorsunuz; Bir kalbi, bir duayı, bir canı. Yani tutuyorsunuz, rızasından uzaklaştıracak her ne varsa, hepsini…
Adımlarımızın ritmi ile kalbimiz aynı teslimiyeti paylaşıyor. Allah’ın şehrinde, Allah’ın evinde incitmeyelim hiçbir canlıyı… Tabir yerinde ise Allah’ın rızasını kazanmak için olabildiğinizce hassassınız hoş hep böyle olmamız gerekir değil mi?...
Adımlarımız demiştim, Rasullah(s.a.v.)’ın ayak izine dokunur, abdestsiz basmamalı. Dilimizde dünya kelamı dolaşmamalı. ‘ O böyle, bu şöyle… O, bu, şu..’ değil “La ilahe illallah Muhammed Rasulullah..!”
Ve işte yeniden dünya gözüyle görüyoruz Kabe-i Muazzama’yı… Aman Allah’ım bu ne güzel bir ihtişam, bu ne muazzam bir ev ve bu ev kainatın, insanlığın, Müslümanların kalbidir,kıblesidir…
Bu davet, davetlerin en güzelidir.
…ve bu davet kalbimin şifasıdır.
Hamd olsun.
Ahh Kabe, kalbimin kara sevdasının kadim başkenti …
Şimdi, senin soluğunla can bulma vakti.
Bismillah diyelim ve başlayalım o vakit…
Biz “bismillah” diyerek başlarken lütfen sizler de bir hal çaresini bulup, hazırlıklara başlayın.
Nereden başlayacağınız konusunda fikir edinmek isterseniz, yazımızın kalan iki bölümünü takip edin.
Selam ile…