Derviş Argun
Yüreğinde Soru Taşımayan Adamlar…
Dünyanın yangın yerine döndüğü şu günlerde, yazı yazmakta ve konu bulmakta zorluk yaşıyorum. Bu, işin aslı utanç verici bir durum. Hem her taraftan alevler yükselecek, hem bu alevler beraberinde gökyüzüne feryatlar taşıyacak, bense bu alevleri görüp feryatları işiteceğim, hem de yazı yazmakta ve konu bulmakta zorluk yaşayacağım. Bu gerçekten utanç verici bir şey.
Bu utancın bizim için yeni olmadığını biliyorum. Yüzyıllardır aynı utancı taşıyoruz. Ve taşıdığımız bu utanç bizimle birlikte toprağa kadar gidecek gibi gözüküyor. Hz. Hüseyin’in direnişinde, Yezid’e (Allah ona lanet etsin) karşı duruşumuz, mezarlardan sökülüp çıkarılan Emevi cenazelerine karşı, Abbasiler’in yanındaki adaletimiz bu utancın tarihsel arka planının en büyük göstergeleridir. O gün duruşunu düzeltemeyen bizler, bu günde benzer olaylarda hangi duruşu sergileyeceğimizi bilemiyoruz. Benzer saplantıların bizi aynı noktalara taşıyacağını göremiyoruz. Ne o günkü ihanetimiz, ne de bugünkü aymazlığımız bizim açımızdan İslam peygamberinin yanında kabul edilebilir mazeretler taşımıyor.
Bu gün işgale uğramış coğrafyalarımızda, düşmanla savaşıyor olmamız yetmiyor gibi, birde birbirimizi boğar hale gelmişiz. Şii ve Sünni ayrımı mezhepsel bir ayrım olmaktan çıkmış, bir inanç ayrımı haline gelmiştir. İşgalci düşmanlarımız bize dinimizi öğretir hale gelmiş, aramızdaki hukuksal ihtilafları körükleyerek bizim birbirimizle olan diyalogumuza yön verir olmuşlardır. Mezhepsel angajmanlarımız, itikadı hassasiyetlerimizin önüne geçmiş, olmazsa olmazlarımızı küfre karşı değil birbirimize karşı dayatır hale gelmişiz. Düşmanın fitnesi gözümüzü bürümüş bundan bin dört yüz yıl önce işlediğimiz cürümlerin benzerlerini işlemekten çekinmiyoruz. Adaletin ve hakların teslimi için gönderilmiş dini hakların gaspına alet ederek yok etmeye çalışmışız.
Benzer tecrübelerden ders çıkarmıyoruz.1979 yılından bu güne Afganistan hiç dikiş tutmadı. Rusları kovarken oldukça mahir olan Afganlılar, birbirlerini yönetmeyi birbirlerini kesmek olarak algıladılar. Diktatör olduğunda hiç şüphe olmayan Saddam, otuz yıl zulmederken, gasp, tecavüz ve ayrımcılık en üst düzeye çıkmışken sesi çıkmayan Iraklılar, diktatörden kurtulur kurtulmaz birbirlerine girdiler. Bu güne kadar fark etmedikleri Şiilik ve Sünnilikleri akıllarına geldi. Pazaryerleri ya da mescit ve camilerde bomba patlatmayı cihat saydılar. Şiiler ve Sünniler cenaze çeteleleri tuttular. Eğer sayısal eşitlik sağlanamamışsa bunu kendileri için bir zillet saydılar. Bu eşitliği sağlamak için hangi barbarlık gerekiyor ise onu uyguladılar.
Allah’ın (cc) dinini Allah’tan gayrı götürmeye kimsenin hakkı yok. Muhammed (as) mesajını da onun ötesinde ona aitmiş gibi tutmak kesinlikle doğru değildir. Ama hangi farklılıklar bizi kuşatırsa kuşatsın bunun bir bereket olduğunu kavramamız gerekiyor. Şii ya da Sünni diye yüzlerce kişinin ölümüne sebep olacak bombalamaları yapanların bereket olduğuna inandığımız bu farklılıkları katlettiğine inanıyorum. Bedeli ağır bu cürümü işleyenlerin, referans olarak Muhammed(as) ı göstermeye hakları yoktur.
İslam yönetme dinidir. Yeryüzünde hiçbir sistemin İslam’ın ötesinde bir yönetme sergilemesi mümkün değildir. İşgalci kâfirlere karşı, biz yönetmeyi beceremeyiz. Ancak birbirimizi asar keseriz görüntüsü vermenin referansı Muhammed (as) değildir. Çünkü zulmün en karanlık döneminde Allah’ın (cc) mesajıyla insanları aydınlatan kişinin, karanlığa doğru gidişinde sahibi olamayacağı muhakkaktır. Referansı İslam ya da Muhammed (as) getirdiği Allah’a (cc) ait sözler olmayan “ebter” işler üretken olamaz. İslam’a ait olmayan sancıların doğumundan İslami nesiller yetişmeyecektir. Tarihin tekerrüründe İbrahim’in (cc) yanında durmak istiyoruz. Ya da Musa’nın (cc). Dinin sahipleriyle kavgası olanların yanında din sahibiyken bulunmak zilletin en büyüğüdür. İğrenç saplantılarının hesaplaşmasına dini alet etmekte ihanetin en affedilmezidir.
İşgale karşı Lübnan’da ve Irak’ın güneyinde Şii, Filistin’de ve Irak’ın kuzeyinde Sünni olmayı becermeliyiz. Bu bizim bağrımıza saplanmış bir sual olarak durmalı ve taşınmalıdır. Eğer ayrılık bereketse, bu bereketi hezimet olarak değil zafer olarak güçlendirmeliyiz. Sualimizin cevabını işgalcilerin rahminde değil, ümmetin bağrında aramalıyız.