Prof. Dr. Ali Akpınar
Din korkusunu yenebilmek
Din korkusunu yenebilmek
Geçtiğimiz günlerde Anayasa Profesörü Hüseyin Hatemi Hoca’nın Yeni Anayasa Çalışmaları ili ilgili konferansını dinledim. Hoca konferansında özetle şunları söyledi:
Alman Anayasası Tanrı’nın adıyla başlar. İsviçre Anayasası ise Kadir-i Mutlak’ın adıyla başlar. Anayasanın yaptırım gücünün olması için ilk maddelerinin ilahî güç hatırlatması ile başlaması ve kuşatıcı olması son derece önemlidir. İlk maddeler doğru tespit edilirse, sonraki maddelerin yazımı ve adilane bir şekilde uygulanması kolaylaşır. Temel doğru atılmalıdır, eğri tuğla ile başlayan temel üzerine doğru bina kurulamaz. Bunun için de ben yeni anayasanın Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla başlamasını teklif ediyorum…
Hoca bu tezlerini bir saati aşkın sürede verdiği konferansında gerekçeleriyle izah etti. Konferans sonunda bir üniversite öğrencisi, şu soruyu yöneltti hocaya:
Elhamdülillah biz de müslümanız. Ancak anayasa, Rahman ve Rahim Allah adıyla cümlesiyle başlarsa bu laikliğe aykırı olmaz mı yahut bu cümle ile dini devlet işlerine karıştırmış olmaz mıyız?
Evet, insanımızın böyle bir din korkusu var. Dini hayata karıştırma, dinî bir cümleyi anayasa gibi dünya ve devlet işlerine dair bir metinde kullanma!? Esefle söyleyelim ki bugün herhangi bir metin ya da söylem Kitab-ı Mukaddes metinlerine, o metinlerden beslenen batılı düşünürlerin sözlerine dayanırsa, onlardan bahsedilirse bundan kimse rahatsızlık duymuyor. Yani Muharref Yahudi yahut Hıristiyan dini işe karıştırılırsa bir şey olmuyor, ama İslam’i bir cümle aktarılırsa kıyametler kopuyor!
Bu tepki, dinin vicdanlara hapsedilmesi, dinin eksik ve sakat bir yaklaşımla kişilerin özel hayatlarıyla sınırlı kalması anlayışından kaynaklanmaktadır. Aslında bu anlayış dine hayat hakkı vermeyen ve onu atıl hale getirip yok etmek isteyen bir anlayışın ürünüdür. Bu, ister kasıtlı olarak yapılsın, ister farkında olmadan yapılsın böyledir. Çünkü İslam dini, yalnız vicdanlarda yer etmek ve bireyin özel hayatında yaşanmak üzere gelmiş bir din değildir. Dinin temel kaynağı Kur’ân ayetlerine şöyle yüzeysel olarak bakıvermek, İslam’ın vicdanlarda başlayan, bireyi inşa eden, ama sosyal hedefleri olan bir hayat nizamı olduğunu görmek için yeterlidir. İslam’ın yalnızca gönüllerde yaşatılması, onun hayattan el çektirilmesi, onun gönderiliş hedefleriyle bağdaşmaz.
Üstelik doğrular evrenseldir ve İlk insandan itibaren tüm insanlığın ortak malıdır. Bu evrensel doğrular, hangi kutsal metinde tekrar edilmiş olursa olsun fark etmez. Zaten ilk insan, kendisine vahyedilmiş, kitap verilmiş bir peygamberdir aynı zamanda. Dolayısıyla insanlığın evrensel değerler diye sahip çıktığı doğruların temeli vahye dayanır. Önemli olan bu değerlerin insanlığın yararına ve hayrına kullanılmasıdır.
Elbette dinin değerlerini, süflî dünya menfaatlerine alet etmek ayrı bir şeydir, dinin insanlığın hayrına olan güzelliklerinden istifade etmek ve bunlardan tüm insanlığı yararlandırmak ayrı bir şeydir.
Neye karşı çıktığımızın, niçin karşı çıktığımızın farkında olalım öyleyse.