yazar-35
Düğünler
İsmet Zeki Eyüboğlu, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde düğün kelimesinin “toy günü”nün birleşip değişmesiyle oluştuğunu bildiriyor. Bu görüş kabul edilirse, “toy günü”nün zamanla, doy günü, duy günü, duygün, düygün evrelerinden geçip “düğün”de karar kıldığı söylenebilir. (Burada Nurullah Ataç’ın “bugün” yerine “büğün” yazdığını hatırlayabiliriz.) Toy kelimesi, bugün de kullanmakta olduğumuz “doymak” fiili ile aynı kökten geliyor. Toy günü, bir bakıma doyum günüdür. Dede Korkut hikâyelerinde “toy toylanır, boy boylanır.” Bu hikâyelerde hanların, beylerin, bazen hatunların toy toylarken hep “attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırdı”kları söylenir. Bu hayvanların hep erkeklerinin kesiliyor olması, dişilerin veya yavruların hiç kesilmediğini değil, olsa olsa dişilerin korunduğunu, üreme ve çoğalmaya özen gösterildiğini ifade eden önemli bir ayrıntıdır.
Günümüzde düğünü toy günü olarak devam ettirmenin başlıca iki gerekçesi var: evlilik ve sünnet. Bu ikisine hac farizasını edâ etmiş olmayı ekleyenlere de rastlanıyor. Böylece doyum günü vesilesi üçe çıkmış oluyor. Kimi aileler, bunlardan ikisini, belki üçünü birleştirip bir taşla iki, üç kuş da vurabiliyorlar. Üç vesilenin de dinimizin buyruk ve gelenekleriyle bağlantılı oluşu, ihmal edilmemesi gereken bir husustur.
Düğünlerin asıl yükünü genellikler babalar çekiyor. Onların yoklukları durumunda anneler, ağabeyler, öteki yakınlar da devreye girebiliyor. Ailenin çocuklara karşı görevleri arasında onların “mürüvvetlerini görmek”, onları “baş göz etmek”, “evermek” işinin de bulunması, toplumumuzun sağlam ve güzel taraflarından biri olsa gerek.
Konya’nın düğün yemeklerinin sabahtan başlaması ve gerçekten “doyum günü”ne uygun bir zenginlik taşıması, insanın o gün artık başka bir şey yemek ihtiyacı hissetmemesi anlamına da geliyor gibi. Toy günü / Düğün üzerinde düşünürken, atalarımızın sıradan günlerde doyacak kadar yemedikleri ihtimalini düşünmekten kendimi alamadım. Belki de onlar, sadece düğünlerde doyasıya yiyorlar, öteki günlerde “kifaf-ı nefs” ediyorlar, ölmeyecek kadar yemekle yetiniyorlardı. Durum böyleyse eğer, yeme içme hususunda da atalarımıza lâyık torunlar olmanın çok uzağına düştüğümüz söylenebilir.