M. Faik Özdengül
İşin sonu
Birisi, kuyumcunun birine giderek “ Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
Kuyumcu dedi ki. “ Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
Kuyumcu dedi ki. “ Dükkânımda süpürge yok” Adam: “ Kâfi yahu, bırak alayı”
Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa,gidip durma, ver teraziyi” dedi.
Kuyumcu dedi ki. “ Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de mânasız sanma.
Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.
Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin,
Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin.
Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın.
Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!” Mesnevi.III.1624-1633.
İşin sonu nedir?
İnsan hangi zamanda ve hangi düzeyde işin sonuyla ilgilenmeye başlar?
İşin sonun görmek ve bilmek neden gerekir? Ne kazandırır?
Hangi işin sonunu merak etmek gerekir?
Daha bir çok soru sorulabilir?
Bir iş adamı geldi aklıma hemen, yatırım yapmayı planlıyor. Konuştuk uzun uzun. Neler olabileceği, yatırımın neye mal olacağı ve ne elde edebileceği ile ilgili. Haklıydı. Emek ve sermaye harcıyordu. İşin sonunda ne olabileceğini merak etmesi ve üzerinde düşünmesi son derece gerekli ve anlamlıydı.
Davet vermek isteyen bir hanım, misafirleri üzerinde düşündü ve planlama yaptı. Ne zaman çağıracak, ne ikram edecek ? Nasıl sonuçlanmasını istediğini anlattı. İşin sonunu merak etti.
Sınava girecek öğrenciler, hemen hepsi sınavın sonuçları üzerine günlerce kafa yordu. Ne istediği, neler olabileceği ve bunlarla ilgili neler yapılması gerektiğini konuştuk. Kaygılıydılar ve bu da normaldi.
Yukarıdaki örneklerde anlattığım insanların hepsi belli bir olgunluk düzeyine ulaşmış insanlardı. İyi, kötü ,doğru, yanlış, haklı haksız ayırımı ile ilgili zihinlerinde belli kriterler oluşmuştu. Akıl melekeleri olabileceklerle ilgili çalışacak düzeydeydi.
Bunun olmadığı insanları kabaca ayıralım önce. Deliler, çocuklar ve akıllarını kullanamayacak düzeyde bir takım organik ve zihinsel rahatsızlığı olanlar. Böyle olmayan ve geride kalan insanlardan yaptıkları her davranışın sonuçlarıyla ilgilenmesini bekleriz.
Yukarıdaki sınıflamaya girmediği halde işin sonu ile ilgilenmeyen insanlar yok mu? Var elbette. Bunları gördüğümüzde hemen onları da diğer kategoriye alıyoruz. Almalıyız da.
Hikaye bize çok net bir şey söylüyor: "Ne yaparsan yap, işin sonunu düşün ve hesapla."
Çünkü olabileceklerden etkileneceksin. Olan biten her neyse ya seni daha ileri itecek ya da geriye çekecek. Belki de başladığın yerden daha geriye.
Neden bazı insanlar bunu yapamaz diye soruyorsanız, söyleyeyim. Sabırsızdırlar. Ellerindekinin ve kendi değerlerinin farkında değildirler. Kısaca henüz olgunlaşmamıştırlar ve bir hayal dünyasında yaşarlar. Gerçeğin dışında bir yerlerde gezinirler. Bu yüzden de hep hayal kırıklığı hikayeleri dinlersiniz bu insanlardan.
En önemlisi gerçeğe karşı dayanıksızdırlar.
Peki asıl sonunu merak etmemiz gereken ne?
Hayat.
Sonu ne?
Ölüm.
O zaman ölümü ve olabilecekleri hesaplayıp sermayeyi öylece tüketmek gerekmez mi?
Sermayemiz ne?
Bize sunulan nefes sayısı.
Bağdat'ta buz satan adamın sokaktaki bağrışı geldi zihnime:
"Sermayesi eriyen adama yardım edin."
Sermayeleri eriyen kendilerimize yardım edelim. Bu kendimize borcumuz ve en temel değer verme biçimimizdir.
Bundan sonra her ne düşünüyor ve planlıyorsak , günün birinde çürüyecek olan bedenlerimize ait resme bakalım önce.
Çok mu ağır?
Belki.
Fakat gerçek.
Niçin küçülüyor eşyâ uzakta?
Gözsüz görüyorum rûyâda, nasıl?
Zamânın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl? NFK. Çile.