Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
M. Zahid Kevseri
BİR ÂLİM PORTRESİ: “M. ZAHİD KEVSERİ”
Geçen hafta yazdığımız makale ile ilgili iki okuyucumuzun değerlendirmesi bende duygusal anların yaşanmasına yol açtı. Önümüzdeki yıllardan itibaren bugüne kadar ihmal ettiğimiz, redd-i mirasta bulunduğumuz değerlerimize karşı bir yönelişin olacağına inanıyorum. Hani, Türkçemizde “mum dibine karanlıktır” diye bir söz vardır. Bazen burnumuzun dibindeki hazinenin farkında değilizdir. Ama bizim milletimiz kadri şinas bir millettir, geç de olsa takdir etmesini bilir.
Bu makalede Kevseri sempozyumuyla ilgili gözlemlerimi ve duygularımı paylaşacağım. Şu an akademiamızda egemen akıl, daha çok modern Müslüman düşünürlerin bakış açısıdır. İsimler, malum. Bunlar, tercüme kanalıyla gelen, Fas’lı düşünür Taha Abdurrahman’ın deyişiyle “yoğun bilgi yüklü ama aklı karışık” yeni düşünür tipleridir. Ortadoğu kökenli, Batı’da yaşayan bu yeni düşünürlerin çoğunda, şovenist bir yaklaşımla orijini Arap olmayan kavimlerin İslam medeniyetine katkı yapamayacağı görüşü hâkimdir. Bu sempozyumda hemen hemen İslam ülkelerinden Arap olan akademisyenlerin M. Zâhid Kevserî’yi İmam, Müçtehid vb. gibi ifadelerle medhetmeleri, demek ki bizim İslam dünyasını tek kanaldan izlediğimiz intibaını ortaya çıkardı ve modernist Müslüman düşünürlerin tezlerini de tartışmalı hale getirdi. Ayrıca, onlara, bizim İlahiyat çevrelerinde eserleriyle çok tanınan bu Ortadoğu kökenli kimi Müslüman ülkelerdeki akademisyenlerden bahsettiğimde, “onlar bizim geleneğimizin kökünü kazıyorlar” şeklinde değerlendirmelerde bulundular. Elbette İslam medeniyeti sadece şu-bu kavmin ürünüdür diye sınırlandırmak gerçekçi değildir. Tarihte yaşanmış İslam uygarlığı; Arap, Fars, Türk, Çerkez vb. bütün Müslüman kavimlerin ortak ürünüdür.
M. Zahid Kevseri yaşadığı dönemin kıt imkânlarına rağmen –ki Şam günleri düşünülürse, günlerce açlıkla, yoksullukla boğuşmuş bir âlim- İslam dünyasının hemen hemen bütün ilim havzalarındaki âlimlerle iletişim kurmuştur. O, Osmanlı parçalanırken bile, İslam inanç ve düşünce hayatında canhıraş bir çığlıkla ‘tevhid’ aramış ve bunun için mücadele vermiştir. O, yeniliğe karşı değildir ama özellikle Mısır’da ‘dinde reform’ adına, seküler bir zihniyet taşıyan kimselerin sû-i niyetlerini sezdiği için, onlarla yoğun ilmi mücadelelerde bulunmuş, hakkı tavsiye etmekten asla geri durmamıştır. O, ne geleneğe körü körüne bağlı ve ne de bir medeniyetin imhasını yenilik olarak görenlere karşı duyarsızdır. O, çağını iyi anlayan ve ona göre bir strateji geliştiren bütünlükçü bir İslam âlimidir.
Öte yandan, yaşadığımız yüzyılda birçok Müslüman ülkede Kevseri’nin kitapları yeni baskılar yapmaktadır. Ayrıca, İslami ilimlerin tahsil edildiği eğitim kurumlarında onun hakkında, mastır ve doktora düzeyinde tezler hazırlanmaktadır. Ben inanıyorum ki çok yakın bir zamanda M. Zahid hocamız sadece akademik çevrelerde değil, toplumun bütün kesimlerinde hak ettiği ilgiyi görecektir. Zira onun bize değil, bizim ona daha çok ihtiyacımız vardır.
M. Zahid Kevseri sempozyumunu sırf takip etmek için Hint kökenli ve şu anda Güney Afrika’da açtıkları üniversitede hocalık yapan bir âlimle karşılaşıyoruz. Ondan şunu öğreniyoruz. Kevseri ile ilgili yapılan bir bilgi şölenine dinleyici olarak katılmak bile bir değerdir ve binlerce kilometre yol katetmeye değer. Böyle bir toplantının yapılacağını kendisine, Osmanlı aşığı M. Avvame hoca haber vermiş. O da Kevserî’nin ilmi kıymetini bildiği için bütün masraflarını cebinden karşılayarak G. Afrika’nın bilmem ne şehrinden kalkmış ve Düzce’ye gelmiş. Üzerinde eski bir elbise, hakeza ayağındaki ayakkabılar da.. Burjuva fakihlerimizin olduğunu düşünürsek, her halde bu durum bile çok şeyler hatırlatır bize.
M. Zahid Hocamız, gurbette, Kahire’de vefat etmişler.(1952). Bu yılın başlarında Düzce ticaret odasından bir heyet Kahire’ye gitmiş, sağlığında vefat eden iki kızı ve hocamızın kendisine ait kabirlerini restore etmişler. Hocamız, doğup-büyüdüğü, Fatih medreselerinde ilim ve irfan öğrendiği, en yüksek makamlarda bütün bir İslam alemine yönelik bürokratik hizmetler için bulunduğu Türkiye’den ailesine bile haber verme imkanı bulamadan Mısır’a gitmek zorunda kalmıştır. Onun hikâyesi erbabınca malum. Gurbette, yakınlarından uzak bir yerde ölüm, ne zor şey..O hasta döşeğindeyken sıla özlemi çekermiş hep..Kahire’de hasta yatağındayken çevresindeki dostlarına, Mısır’
Ruhun şadolsun muhterem hocam..