Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Mevlânâ’nın Kelamcılığı
Nasıl ki jeolojik bir hâdise olan depremler acıyla birlikte yeni su ve enerji kaynaklarının ortaya çıkmasına sebep oluyorsa, insanlık tarihindeki toplumsal krizler de yeni önderlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. İşte İslam Dünyasında Moğol saldırılarının yol açtığı kriz, büyük yol gösterici Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî’yi ortaya çıkarmıştır.
Mevlânâ’nın yaşadığı hicrî VII./miladi XIII. yüzyıl, Müslümanların Moğol istilâsı gibi nedenlerden dolayı, Müslümanların geleceklerinden ümitlerini keserek insanda irade özgürlüğünü reddeden cebriye akidesini benimsemeye başladıkları bir zaman dilimidir. Cebriyeci bakış açısı, onların hem tasavvufi ve hem de kelâmî düşüncelerini etkilemiştir. İşte Mevlânâ, İslam toplumlarını kuşatan Cebriye gibi insanın irade özgürlüğünü kabul etmeyen zihniyetlere karşı, yenilikçi bir düşünce oluşturmanın temellerini atmış, işe, rûhen ve fikren dinamik bir insan tasavvuru inşasıyla başlamıştır.
Mevlânâ, Kelam geleneğimizi yeniden gözden geçirme gereği duymuş, salt tenkitçilikten öte, inşâcı bir yöntem izlemiştir. Onun gerek Mu’tezile, gerek Cebriye ve gerek Fahreddîn Râzî’nin şahsında Eş’arîliğe yönelttiği eleştirilerden bunu anlıyoruz. Her ne kadar o, Mâtürîdîlikten söz etmiyorsa da biz onun görüşlerinden Mâtürîdîlikle sorunu olmadığını dolaylı olarak kavramış oluyoruz.
Mevlânâ nasıl bir ‘kelam’ öneriyor?
İnsan; akıl, kalp ve duygu yönü olan bir varlıktır. İnsanî sorunların çözümünde bu yönler dikkate alınmalıdır. Bunlardan birisi eksik olduğu zaman, düşüncede Mevlânâ’nın ‘tek kanatlı kuş’ dediği denge sapması meydana gelir. Onun için akla dayalı çıkarımların yanında, kalbi muhatap alan ve keşfedici motivasyonları içeren bir ‘kelam’ yapılmalıdır. İşte Mevlânâ’nın kelamı “gönül ve mantık” bağının birlikte kurulduğu bir yapıdır. O, kalbin taleplerine cevap veren bir kelamdan yanadır. Mütekellimler epistemolojilerinin başına akıl ve rey’i koyarken, Mevlânâ ise, keşif ve ilhâma dayanan dini aklı koymuştur. Esasında Mevlânâ, Yunan akılcılığı, hermetizm ve gnostizmden beslenen Kelam ve Felsefeye karşı, dini düşünceyi Kur’an akılcılığıyla temellendirmek istemiştir.
Netice olarak söylemek gerekirse, Mevlânâ, itikât alanında Mâtürîdî bir çizgiye sahiptir. İnsanın eylemleri konusunda, ‘Allah hâlık/yaratıcı, insan kâsib’ görüşüne bağlıdır. Bu sebeple, ‘eylemleri’ meydana getirmede Allah’a rağmen bir tavır takınan anlayışları eleştirmiş daima insanın sorumlu bir varlık olduğunu vurgulamıştır. Mevlânâ’ya göre kul tedbir alır, takdirin ne merkezde olduğunu bilemez. Sonuç da çok fazla insanı ilgilendirmez. O perdenin önündeki yaptıklarından sorumludur. Kısaca Mevlânâ insani fiillerden hareket eden kelama karşı, ilâhi fiillerden hareket eden bir kelam anlayışını benimsemiştir.