Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Saygısızlık
İslam, iyi insan yetiştirmeyi hedefler. Terbiye sisteminin temelinde bu vardır. İyi insan dediğimizde, iyiliği umulan ve kötülüğünden de emin olunan insan akla gelir.
Toplumsal düzenin sağlıklı ve barış içerisinde işlemesi için her bir kimseye düşen görevler vardır. İşte iyi insanın ayrılmaz niteliklerinden birisi de cemiyet hayatında “edeb” dâhilinde yaşamasıdır. Onun için İslam ahlakı alanında İslam’da edeb başlıklı birçok eser yazılmıştır. Özellikle tasavvufi ahlakla ilgili eserlerin muhtevası bununla doludur.
Maalesef, Batı tesirinde gelişen pragmatist eğitim sistemi, kişinin haddini bilmesi diye tanımlayabileceğimiz edebimizi bozdu, tarumar etti. Bireyci, tekil, çıkarcı insan tipi yetiştirdi.
“Ben”i doğmalaştıran ve putlaştıran pragmatist insan için başkası değil, salt kendisi vardır. Dünya bir yana, kendisi bir yana. Aç varmış, açık varmış, yoksul varmış, kadın varmış, özürlü varmış, yaşlı varmış, umurunda değildir bu kimsenin. “Benim karnım tok ya!” başkaları bana ne? “Benim rahatım yerinde ya!” başkaları ne durumda olursa olsun beni ilgilendirmez anlayışı onun yaşam tarzıdır.
Edeb eğitimi, bir yönüyle de öğretim işidir. Ana-babaya saygı, kadına saygı, yaşlılara saygı, milletinin değerlerine saygı, dine imana saygı, kutsala saygı, Kur’an’a ve peygambere saygı, ezana saygı, çevreye saygı vb. gibi edeb hallerini çoğaltmak mümkündür.
Bunlar nerede öğretilecektir?
Edeb, bir eğitim işidir, doğrudur. Önce bir çocuk bunu ailede anne ve babasından görecektir. Anne-baba saygısı, büyüklere hürmet etme duygusu, büyüklerin de ona şefkat ve merhamet göstermesi uygulamalı olarak öğrenilir. Demek ki bu konuda da aile eğitiminde bir eksiklik söz konusudur.
Geçenlerde bir delikanlı toplum içinde arkadaşıyla konuşuyor, hararetle. Bizim baba, şöyle yaptı, böyle dedi, diye. Baba, diyor, babam diyemiyor. Bizim hoca diyor, hocam demiyor. Ana, diyor annem demiyor.
Yine bir defasında toplu taşıma aracında şöyle bir olaya şahit oldum. 15–16 yaşlarında bir delikanlı, belli ki lise öğrencisidir. Belediye otobüsünde “özürlülere mahsustur” yazan koltuğa oturmuş. Başında da yaşlı ve hasta bir hacı amcamız dikiliyor. Ama adam titriyor, ayakta duramıyor. Genç ise, onu görünce başını çeviriyor. Çevresinden birkaç uyarı gelmesine rağmen duymazdan gelip, kalkıp da yaşlı amcaya yer vermiyor. Arka koltuktan orta yaşlı bir bayan buyur amca diyerek yerinden kalkmasına rağmen delikanlının umurunda bile olmuyor.
Yaşadığımız toplumda gün geçtikçe bu tip hadiseler artıyor. Yaşlılara, kadınlara, engelli vatandaşlarımıza, hastalara, kendisinden yaşça büyük olanlara hürmet etme konusunda gittikçe genç nesillerde bir aymazlık ve umursamazlık derinleşiyor. Elbette bu durum hiç iç açıcı değil. Eskiden gençlerimiz sohbetlere gider, edeb eğitimi alırlardı. Şimdilerde, örnek gösterilecek âlimlerin sohbeti bile kalmadı.
Bu gençler nereden öğrenecekler edeb, erkân ve adabı?
Gençliğin ahlaki konularda eğitimi için yeniden eğitim sistemimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bu gençlerin çoğu en azından ilköğretim mezunudur. Gerek ilköğretimde ve gerekse liselerde din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri okutulmaktadır. O zaman bu derslere yeniden bir canlılık ve işlevsellik kazandırılmalıdır. Ayrıca, Cuma günleri, hutbe ve vaazlarda bu konular üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Hele hele anne ve babalar, ailede çocuklarına edeb ve erkân öğretmeleri gerekir.
Biraz da bu nesilleri büyüklerine saygısız hale izledikleri televizyon yayınları getirmektedir. Özellikle yabancı filimler bu saygısızlık örnekleriyle doludur. Çünkü Batı toplumlarında anne-babaya, yaşlı kimselere ve kadınlara saygısıca davranmak özgürlük ve eşitlik bağlamında ele alınmaktadır.
“Saygılı olmak” bir erdemliliktir. O halde, genç nesillere kime ve neye saygı göstereceklerinin ilk eğitimi ailede, sonra da okulda ciddi, kararlı ve sürekli olarak verilmelidir. Şâki bir nesilden saîd ve mûti bir nesil çıkarmanın yolu da budur. İyi bilelim ki bir milletin tarihsel sürekliliği için milli ve manevi değerlere bağlılık olmazsa olmaz bir ilkedir. Bu konuda sorumluluk sahibi her birey, mutlaka üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.