Sırtımızı Dayadığımız Miras…

Tarihle alakalı yazılarımdan sıkılanlar hiç okumaya başlamasın.

Çünkü ben yine resmi tarihe geçmemiş bir destandan bahsedeceğim.

Fahrettin Paşa komutasındaki Osmanlı Askerlerinin Medine’yi müdafaa ettikleri o müthiş kahramanlıktan…

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bu destan neden tarih kitaplarımızda yer almaz?

Anlam verilemiyor…

Anlaşılamıyor!

Düşmanı doğru yerde aramamız lazım.

Esas düşmanımızı tanımamız lazım.

I.Dünya Savaşının dünyayı yakıp yıkmak gibi emperyal emelleri vardı ve biz de kurban edilmek istenenlerden biriydik. Özellikle Hindistan ve Doğu Asya sömürgelerini kaybetmek istemeyen bir İngiliz mantalitesiyle karşı karşıya kalmıştık.

Genel itibariyle Batı, Osmanlı’nın yok olmasıyla ilgili yıllar yılı plan yapmıştı. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine en çok sevineninİngiltere olması da bu durumda garipsenemez.

Tam da burada Şerif Hüseyin isminin devreye girmesi şaşırtıcı olmaz. Abdülhamid döneminde Mekke Emiri olma görevini hep isteyen Şerif Hüseyin, Sultan Mehmet Reşad’ın tahta geçmesiyle bu hayaline kavuşur.

23 Mayıs 1916’da Fahrettin Paşa’ya Medine’ye gitme emri verilir. Burada onu karşılayanlar Şerif Hüseyin’in oğlu ve Lawrence olmuştur. Bilindiği üzere Lawrence de bir İngiliz uşağıdır. İlerleyen süreçlerde gidişatın iyi olmadığını anlayan Fahrettin Paşa, Ravzada saklanan kutsal emanetleri trenlerle önce Şam’a sonra İstanbul’a gönderir. O emanetlerin bir kısmı bugün Topkapı Sarayında bulunmaktadır.

Fahrettin Paşa ve askerleri herhangi bir kalkışmaya karşı, ne olursa olsun Medine’yi savunmaya yemin ederler. O dönem Medine ile tek ulaşım sağlama yöntemi trendir. Ancak gelmesi gerekli trenler Lawrence tarafından kışkırtılan Şerif Hüseyin’in adamlarınca uçurulur ve askerler şehit edilir. Bedevi alayları da olayların üstüne tuz biber olur.

1919’da Akabe düşmüş ve Medine yalnız kalmıştır. Lawrence ve aklına girdiği tayfanın istediği olur. Medine’de de sıkıntılar yaşanmaya başlanır. Yiyecek stokları erir, insanlar ciddi sorrunlar yaşarlar...

Fahrettin Paşa kendisine gelemeyen yardımlardan habersizdir. İsyancı Bedevilerin tren yollarını mahvettiğinden de…

Medine’deki askerimiz açlıktan erirken, Medine’nin hangi zorluklara rağmen müdafaa edileceği Fahrettin Paşa’nın şu sözlerinden de anlaşılmaktadır: “Kahraman askerlerim İslam âleminin gözbebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına, son mermisine kadar muhafaza ve müdafaa edecektir. Bu asker, Medine’nin enkazı içinde ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden Türkün al bayrağı alınmayacaktır.”

Sıcak, susuzluk, açlık, hastalık… Bunlara çare çok geçmeden gelmiştir ve çekirgelerin gökten yağmasıyla asker karnını doyurabilmiştir. Düşünün ki bu nasıl bir lütuftur? İşte Mehmetçik bu sayede açlıktan ölmekten kurtulur.

Medine, Fahrettin Paşa komutasında inatla direnmiştir. Buna başta Lawrence olmak üzere bütün hainler şaşırır. Medine’nin bu direnişi, Türk bayrağının Medine Kalesinde hala dalgalanıyor oluşu o günkü milli duruşu da açıkça gözler önüne serer.

Mondros’ta atılan imza ile Osmanlı için savaş bitmiştir. Ordular bütün cephelerde savaş bırakırken Medine silah bırakmaz ve direnmeye devam eder. Bu öyle bir direniştir ki savaş tarihine altın harflerle yazılmıştır.

İşte kahramanlık budur. Bugün görüyoruz ki sırtımızı dayadığımız bu miras zor kazanıldı. O mirasın en baş düşmanı da İngilizlerdi. Bugün en büyük düşmanın hala İngiltere olduğunu görüyoruz. Bir Kızılderili Atasözü der ki: “Bir suda iki balık kavga ediyorsa, oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

Dünü doğru okuyamazsak bugünü anlamamızın hiçbir yolu yoktur. Mesele dünü anlayabilmek, bugün dünü anlatabilmek ve yarını da bugüne göre şekillendirebilmektir. Bu yazıları yazıyorsak sebebi de üzerimde bir vazife olduğunun bilince oluşumuzdur.

Bir Şiir Kitabı

Edebiyat, kitap, şiir, çocuk, mutluluk…

Sevgi, kardeşlik, huzur, fedakârlık…

İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış…

Evetevet, "Dört Mevsim Dört Yaprak" kitabından bahsediyorum. Kıymetli Mehmet Ali Köseoğlu’nun kaleminden çocuk şiirleri kitabı.

Şiirle, şairle pek bir bağlantım yok diyenler de, şiirsiz olmaz diyenler de edinmeli bu kitabı. Her ne kadar farklı dünyalarımız varsa da, kitap hepimizin içindeki çocuk dünyasına aynı şirinlikte sesleniyor. Ben okudum. Çok da sevdim.

Haydi siz de içinizdeki çocuğa bir iyilik yapın.

Belki de bir bayram hediyesi olur ne dersiniz?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.