Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Tahakkümcü Zihniyet
Toplumsal hayatta bazı insanlar dünyevî ölçütlerden hareketle varlıklarına güvenerek, (haşa) Allah’a hiçbir ihtiyaçları yokmuş gibi fiili bir yaşam içerisine girerler. İşte birey ya da toplumların kendilerini Allah’a ihtiyaç hissetmeme tavrı içerisine girmeleri ve başkalarını küçük görerek tahkir etme ve onlar üzerinde tahakküm kurma eylemine ‘müstekbir’lik denir. Kur’an’da ilk önce ‘istikbar’ sıfatı, şeytanın bir vasfı olarak anılmıştır. İblis’e, Hz. Âdem’e itaatsizliğinin sebebi sorulunca, yaratılış maddesi üzerinde kıyasa giderek; Hz. Âdem’in topraktan, kendisinin ateşten yaratıldığını, dolayısıyla ateşin topraktan üstün olduğunu ileri sürmek suretiyle Allah’a isyan etmiştir.(Bkz. Sad 38/74). Onu bu isyana sürükleyen duygu, ‘yücelme ve büyüklenme’ kompleksine kapılmasıdır. Bu sebeple dil, din, renk, cinsiyet gibi ontolojik anlamdaki farklılıkları mutlaklaştırarak bir ayrımcılık olarak görmek, müstekbirce bir tutum ve duygudur. Böyle bir yolu izlemek, İblis’in yolunca gitmek anlamına gelir.
İslam’da adalet, hukukun üstünlüğü, ifade hürriyeti, ötekine saygı gibi değerleri önemseyen ve bu değerlere yaşama alanı tanıyan hiçbir yönetici, servet, makam ve mevki sahibi kimseler, asla ‘müstekbir’ kavramı içerisinde değerlendirilemez. Müstekbirlik, ötekine tahakküm etmeyi taşıyan bir büyüklük duygusudur. Bu duyguyu taşıyan, Allah’ın en büyük oluşunu kabul etmediği için kendisini hem Allah’tan ve hem de bütün bir varlık unsurlarından büyük görür. İşte bu hâlet-i rûhiye içerisinde bulunan kimseler, ister sıfatı iktidar seçkini, ister sıfatı servet sahibi, ister sıfatı makam ve mevki sahibi olsun hepsi de bu kavram içerisine girer. Tevhid tarihine baktığımız zaman bunun birçok örneğiyle karşılaşırız. Toplumları ıslah etmek için gönderilen bütün peygamberler kurulu düzenin baş aktörleri olan müstekbirleri hep karşılarında görmüşlerdir.
Kur’an’a göre insanoğlunu ‘istikbara’ sürükleyen sebepler arasında, insanın kendisine bir iktidar alanı oluşturarak ‘seçkinci’ görmesi gelir. Bu güçlü egocentrik/ben merkezli yapı; varlığa adaletle muameleyi, olaylara objektif yaklaşımı, başkalarına özgür bir şekilde yaşama hakkı ve alanı tanımayı engeller. İnsanı, böyle bir duygu ve düşünceye sevk eden faktörün altında, sınıf ayrımcılığı yatmaktadır. Hatta onlar, ‘varlıklı olmayı’ seçkin olmanın bir göstergesi olarak nitelendirirler. Müstekbir ruhlu insanlarda bulunan bu duygu, Allah’a rağmen yaşama anlamına gelen dünyevîleşmeyi artırmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda birçok örnek verilir. Kehf Suresi’nin 32’den 36. âyetine kadar geçen âyetlerde anlatılan ‘iki bahçe sahibi’ buna çok güzel örnek teşkil eder. Bu bahçe sahiplerinden birisi varlıklı olmayı Allah’ın bir lütfu olarak görürken, diğeri ise, Allah’a rağmenliğin bir sonucu olarak görmüştür. Allah’ın yerine serveti koyan ve şımararak servetin kendilerinde huld/ebedilik düşüncesi meydana getirdiği bu müstekbir ve mütref kesim, hem yaşam biçimleriyle ve hem de sözleriyle; kıyameti, ölüm ötesi hayatı ve nübüvveti inkâr ederler. (Bkz. Fussilet 41/15). Bu müstağnilik onları, halkın irade beyanına dayalı çoğulcu yönetim anlayışı yerine, tepeden inmeci totaliter bir yönetim anlayışını benimsemeye, hatta inanç seçimini bile kendi tekellerinde görmeye götürür. (Bkz. el-A’raf 7/88).
Sonuç olarak söylemek gerekirse, müstekbir olma, Allah’a rağmen yaşama talebinin adıdır. İstikbâr; birey, toplum ya da iktidar seçkinlerinin kendisini üstün görme duygusudur. Bu duyguyu taşıyanlar, gitgide Allah’ın en büyük oluşunu sözleriyle reddetmeseler de davranışlarıyla reddeder bir pozisyon kazanırlar. Kendilerini başta Allah olmak üzere, her türlü varlıktan üstün gördükleri için toplum üzerinde siyasi, hukuki, fikri, itikadi, harsî ve iktisadi alanda tahakküm kurarlar. Bir tür toplumu köleleştirirler. Kur’an’ın anlattığı istikbar yüklü müstekbirlik hali, salt tarihsel bir durum değil, evrensel bir tutumdur. Bu sebeple ibret almalı, ruh ve düşünce dünyamızı kontrolden geçirerek istikbara yol açacak hallerden arındırmalıyız. Bir Müslüman için Allah’ın büyüklüğünün dışında bütün büyük olma durumlarının izafi olduğu bilinmeli ve ‘takva’yı merkeze alan bir yaşam alanı oluşturmanın mücadelesini verilmelidir.