Ümit Savaş Taşkesen
Tehlikenin farkındayım
Tehlikenin farkındayım
Uzun bir aradan sonra selam. Bereketli günler yaşıyoruz çok şükür. Yaşatana ve vesile olanlara müteşekkirim. Yazılacak çok şey birikti heybemde ama nedense duruyor, yazmayı erteliyor, izleyici olmayı tercih ediyordum.
Zeitgeist-Zamanın Ruhu kavramını, sizin de farkettiğiniz üzere, çokça duyar olduk. Siyasal ya da düşünsel pozisyon alışlarını eski, alışılmış ve/ya bir zamanlar ezberlenmiş, öğrenilmiş refleksleriyle devam ettirmeye çalışanlar zamanın "görünmez eliyle" tarih dışına doğru itilmekte ve tasfiye olmaktadırlar. Hatada ve ezberde ısrarı bize tutarlılık olarak pazarlamaya çalışıyorlar. Abbas yemiyor artık oysa. Değiş-e-memenin bir erdem olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar. Görünen tablo ise bunu ne ölçüde başardıklarını gösteriyor, sonuç bir felaket.
Gelişmelerin alacağı, aldığı yön konusunda vizyonları yetersiz, kifayetsiz kalanlar, bilmediğimiz konuda konuşamayız diyorlar. Oysa, bir topluma vizyon çizme görevi, yükümlülüğü, sorumluluğu, misyonu, adına her ne derseniz deyin, üstlenmiş olanlar, kesin bilgilerden önce dünyanın, toplumun gidişatını belirleyen öncü göstergeleri görüp, tehlikeyi ya da fırsatı değerlendirip ona göre bir politika, siyaset geliştirmeli, toplumu da o yöne doğru kanalize etmeli değiller midir? Sizin bizden bir farkınız yoksa, bu göstergeleri ve gelişmeleri göremeyip, yorumlayamıyorsanız sahi, ne işiniz var orada? Herşeye hayır hiçbir şeyin, hiçleşmişliğin, zaman dışılığın, tükenmişliğin politikasıdır. Sahada mücadele etsin, maç kazandırsın diye transfer ettiğimiz oyuncu, tribünde yerini almış bizimle maçı izliyor! Paraya ve emeğe, umuda yazık...
***
Pervasızlığın ve mütekebbirliğin zirvesinde bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti'nden özür diliyor ve bu özre dahi sevin-e-meyenlerimiz çıkıyor, yazık. Sevinci dahi doya doya yaşayamayacak kadar eski korkularımıza hapsolmuş durumdayız. Yok, zoraki dilemiş, ABD diletmiş vs. Bu devleti nikahımıza alacak değiliz, gönül rızası var ya da yok, hiç önemli değil. Sonuçta üç yıllık süreç içerisinde sonuç alınan bir siyasetin meyvesidir bu. Bu da en hafifiyle tebriği hak eder, sevinin be kardeşim...
Devamında gelen eleştiri ya da kaygılar da yersiz. Özür dilendi, şimdi her şeyi unutacak mıyız? Her şey eskisi gibi mi olacak? Bu kaygıyı biliyor ama hak ver-e-miyorum. Çünkü bu kaygı içinde, bu devleti yöneten aklı, özür siyasetini belirleyen ve uygulayan kadroları, çocuk ya da aptal yerine koymuş olmayı içinde barındırır. Bir özre tav olacak kadar saf mıyız? Sen ben bizimoğlan görüyor ama onlar göremeyebilir mi? Cevabını siz verin. Geçmişe bakarak değil, dünü ve bugünü değerlendirerek... Değişen bir şeyler yok mu sizce de? Kaygınız cebinizde dursun ve sevinin, yüzünüz gülsün kardeşim.
Başbakanımızın bozması gereken ezberlerden ve insan yetiştirme sorumluluğuna sahip olanların (anne ve babalardan, eğitimcilere, eğitim kurumlarına, cemaatler vd.) görevlerinden belki de en büyüğü bu: Özgüveni kaybolmuş bir milletin özgüvenini ve cesaretini, vizyonunu yeniden inşası ve bu misyonu yüklenecek, taşıyacak bireyler yetiştirmek. Düşük profil bir insan prototipi ile büyük işler başarılmaz çünkü. Cesaretsiz, tedirgin ve on yılda bir askeri darbe ve psikolojik harekatlar ile sindirilmiş, ürkütülmüş eski nesilin bir tür evrim geçirmesiyle ve yeni yetişecek nesillerin görevi devralmasıyla inşa edilecek taze bir gelecek bizi bekliyor... Buna engel olmak isteyen çok olacak ve hiç yılmadan kendi oyunlarını oynayacaklar mutlaka. Tehlikenin farkındayım!